"Gökte herkesin bir yıldızı olduğu doğruysa, benimki çok uzakta, karanlık ve pek önemsiz bir şey olmalıdır."
Bu kitap nasıl bir kafa yapısıyla yazılmış diye düşünüp hipotez damarlarım kabarırken Sadık Hidayet'in biyografisini okuduktan sonra nihayetinde teşhisini koyabildim. Kendisini şöyle tanımlıyor;
"Hayat hikâyemde önemli bir şey yok, başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne yüksek bir mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olamadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı... Bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni, haklıydılar belki de."
Ancak dibe vurduğunu sanıp bir dip daha keşfedebilen birinin kaleminden böyle bir yapıt çıkabilirdi. Tek kelimeyle muhteşem. Kitabı okurken tatlı bir baş dönmesi hissiyatına kapılıyorsunuz. Gerçi ben ilk 30 sayfayı gece okumaya korkup kalanını sabaha bıraktım ama olsundu :D Binbir çeşit kesmeli biçmeli film izleyen ve bundan zevk alan ben, kitabı gece okuyamadım evet. İzlemek farklı okumak farklıymış öğrenmiş oldum. Kitabın konusunu kitaptan tek bir alıntıyla özetleyeceğim...
"Öyle sanıyordum ki aşk ve kin aynı şeydiler."