Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ortaçağın Günbatımı

Johan Huizinga

Ortaçağın Günbatımı Sözleri ve Alıntıları

Ortaçağın Günbatımı sözleri ve alıntılarını, Ortaçağın Günbatımı kitap alıntılarını, Ortaçağın Günbatımı en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Güzellik günahın damgasını taşımaktaydı. Ondan tam bir güvenlik içinde yararlanabil­mek için, onu dinin hizmetine sokarak kutsallaştırmak gerekmekteydi.
Simgecilik, müziğin bizde uyandırdıklarına benzeyen, ilham yoluyla hissedilen ilişkilerin kusurlu çevirisiydi. Vide­mus nunc per speculum in aenigmate. Bir esrarın karşısında olunduğu bilinci bulunmaktaydı, fakat şekiller aynanın için­de farkedilmeye çalışılıyordu. İmgeler, ancak başka imgele­rin aracılığıyla açıklanabiliyorlardı. Simgecilik, bizzat yara­dılışın aynasının karşısında tutulan ikinci bir ayna gibiydi. Her kavram, şekle sokulu veya resimsel hale gelmişti. Dün­yanın temsili, bir katedralin ay ışığındaki dinginliğine ulaş­mıştı ve düşünce burada uykuya yatabilirdi.
Reklam
Marguerrite d'Anjou, onaltı yaşındayken İn­giltere kralı geri zekalı Vl. Henry'yle evlenmişti.
Fransa ve Burgonya'da olduğu kadar Floransa'daki Orta Çağ sonlarının aristokrat hayatının tümü de, bir düşün temsili­ni gösteri halinde sunma yönünde bir çabadır. Hep aynı düş; kahraman ve bilge, şövalye ve genç kız, basit ve memnun çoban düşü söz konusudur. Fransa ve Burgonya bu düşü eski zevke hitap eder şekilde oynamaktadırlar; Floransa ise, aynı tema üzerinde yeni ve daha güzel bir oyun icad etmiştir.
Orta Çağın sonlarında hâlâ ilke olarak, tanrı ile dünya arasındaki tercihten başka bir şey yoktu: dünyevi tad ve güzellikleri ya tam reddetmek, ya da bunları, ruhunu tehlikeye sokarak cesurca kabul etmek.
Orta Çağ tarihinin her sahifesi, hükümdara karşı besle­nen sadakat duygusunun derinliğini ve kendiliğindenliğini göstermektedir.
Reklam
Fakat, bir ülkü ne kadar fazla aşkın erdem gerektirirse, toplumsal biçimcilik ile gerçekler arasındaki uyumsuzluk o kadar artar. Şövalyelik, yan-dinsel içeriğiyle, ancak gözlerini en acil ihtiyaçlara bile kapatabilecek ve en büyük yanılsama­larla büyülenebilecek bir dönem tarafından yaşanabilirdi. Doğmakta olan yeni toplum, bu fazlasıyla yüksek özlemlerin terkedilmelerini istiyordu. Şövalye, hâlâ belli bir şeref kavra­mına ve kast önyargısına sahip olan, ama kendini artık imanın savunucusu, zayıfların koruyucusu olarak görmeyen XVII. yüzyıl Fransız soylu beyefendisi haline gelmiştir. Ve soylu Fransız tipi, yerini gene doğrudan şövalyeden türeyen, ama ılımlı ve incelmiş olan "gentleman" tipine bırakmıştır. Böylece, ülkü, ardışık dönüşümleri içinde, hayatın daha az abartılı bir kavranışına uygun olma eğilimine girmiştir.
Sayfa 155Kitabı okudu
Biçare ruhum bir yol arıyor, şaşkın halde Bir yer ve uygun çıkış bulmak için İçine sıkıştığım bu dar geçitte.
Doğaüstü olarak gözüken herşey karşısındaki tutumlar, akılcı açıklama, dindar ve kendiliğinden bönlük ve şeytanın kurnazlık ile tuzaklarından duyulan kaygı arasında gidip gelmektediydiler. Zavallı bir isteriğin, dindar bir coşku için­de insanları bir süre avucuna alması ve sonunda maskesinin düşmesi nadir olaylardan değildir. İyi niyetli insan emin olamıyordu: aziz Augustinus ve Aquinolu aziz Tommaso şu sözü otoriteleriyle desteklemişlerdir: "Ommia quae visibiliter fiunt in hoc mundo possunt fieri per daemones" (Bu dünyada gö­rünen bir şekilde yapılan her şey şeytanların işi olabilir).
Ortak özellikler üzerine dayandırılan simgesel benzeştirme, ancak bu özelliklerin şeylerin özü olarak kabul edil­meleri halinde anlama sahiptir. Dikenlerin ortasında açmış beyaz ve pembe güllerin görülmesi, Orta Çağ zihniyetinde hemen simgesel bir benzeştirmeye yol açacaktır: örneğin ­infazcıların arasında şanlarıyla parıldayan bakireler veya din şehitleri benzeştirmesi. Benzeştirme meydana gelmektedir, çünkü yüklemler aynıdır: güzellik, sevgi, saflık; güllerin renk­leri, aynı zamanda bakirelerin (beyaz) ve din şehitlerinin (kan kırmızısı) de renkleridir. Fakat bu bağlantı, ancak sim­gesel kavramın iki terimini birbirine bağlayan bağlaç, onla­rın ortak özlerini belirten mistik bir anlama sahip olabilecek­tir. Başka bir ifadeyle, kırmızı ve beyaz renkler eğer miktarsal tabana dayalı fizik bir adlandırmadan daha öteye geçe­rek, bağımsız gerçekler olurlarsa, bu mistiki anlam ortaya çı kacaktır. Vahşinin, çocuğun ve şairin düşüncesi, onları asla başka şekilde görememektedir.
Sayfa 302Kitabı okudu
Reklam
Orta Çağ, eğer anlamın dolaysız işleviyle ve olgusallı­ğıyla sınırlandırılacak olursa, her şeyin saçma olacağını ve bunun tersine, her şeyin özü gereği öte dünyaya yöneldiğini hiçbir zaman unutmamıştır. Bu düşünce, tamamen dinsel olan düşüncelerin dışında bile, bizim için alışılmış bir şeydir. Kim, olağan şeylerin bildik anlamlarının dışında ve daha de­rin bir anlama sahipmişe benzedikleri anlar yaşamamıştır ki? Bu duygu bazen her şeyi, ne pahasına olursa olsun çözül­mesi gereken sırlar ve tehditlerle dolu olarak gösteren ölümcül bir kavrayış biçimine bürünmektedir. Daha da sık olmak üzere, bu duygu bizi bazen dünyanın bu gizli anlamının içinde yer aldığımıza ikna ederek, içimizi sükunet ve güven­le doldurmaktadır. Bu duygu, her şeyin oradan kaynaklandığı tek ilkeye ne kadar bağlanırsa, bir berraklık anının ilhamı o denli sürekli bir kanaat haline dönüşme eğilimine girecek­tir. "Şeyleri yaratan güçle ilişkimizin anlamını besleyerek, bunları kabul etmeye daha yatkın hale geliriz. Doğanın dış çehresinin değişmeye ihtiyacı yoktur, anlamlar değişirler. Ölüm meydana gelir ve işte bu, tekrar hayata dönüşür. Birine ilgisizlik veya sevgiyle bakılmasına yol açan, varolan değişmedir... Her şeyi tanrıda gördüğümüz ve onunla bağlantı kurduğumuz zaman, bayağı şeylerin içinde yüce anlamları okuruz".
Sayfa 300Kitabı okudu
Her ikisi de her ayrıntıya bağlanma eğiliminin hükmü altında olan, her ikisi de doğanın güzeliğini aktarmaya uğra­şan ressam ile şair, araçlarının farklılığı nedeniyle çok ayrı so­nuçlara ulaşmaktadırlar. Ayrıntıların kitlesine rağmen, tab­loda birlik ve sadelik; şiirde kurala bağlı konuların yalnızca sayılmalarından kaynaklanan biçimi olmayan tekdüzelik.
Sayfa 417Kitabı okudu
Orta Çağ düşüncesi, güzellik kavramını mükemmellik, orantı ve ihtişam fikirlerine indirgemekteydi. Aquinolu aziz Tomasso, "çünkü güzellik için üç koşul gereklidir. Önce el­bette bütünlük veya mükemmellik, çünkü tamam olmayan şeyler çirkindirler. Sonra tam orantı veya uyum. Ve nihayet açıklık, çünkü parlak bir rengi olan şeylere güzel denilir."
Sayfa 394Kitabı okudu
Her tekil olay için bir açıklama bu kadar kolay kabul edilip, bu kadar katı bir şekilde benimsenirse, yanlış hüküm uygulamasının genelleşmesi tehlikesi kendiliğinden ortaya çıkar. Nietzsche, yanlış hükümler karşısında hiçbir şey yap­mamanın hayatı çekilmez kılacağını söylemiştir ve bazen geçmiş yüzyıllarda hayran olduğumuz yoğun hayatın, kısmen bu yanlı yargılama kolaylığından kaynaklanmış olması mümkündür. Büyük bir güç gerilimine ihtiyaç gösteren dö­nemlerde, sinirler hatalı yargıların yardımına muhtaçtırlar; Orta Çağ insanları sürekli bir zihinsel bunalım içinde ve par­tilerarası kinlerin etkisi altında yaşadıklarından, bu hatalı yargılar duyulmamış bir vahşet düzeyine çıkmışlardır. Bur­gonya düklerinin güttükleri dava, xvı. yüzyılda çok sayıda Fransıza (düklerin Alçak Ülkeler'deki uyruklarından söz et­miyorum), vatanlarına karşı sadakatsizlik, sonra da husumet ilham ettiyse, bu siyasal duygu ancak duygusal ve karmaşık bir kavramlar dokusuyla açıklanabilir. Çarpışmada öldürü­len düşmanı gülünç bir şekilde abartma konusundaki genel ve sürekli alışkanlığı bu bakış açısından ele almak gerekir. Chastellain'e göre, Gavre çarpışmasında dükün tarafından beş soylu ölürken, Gandlı asilerden yirmi veya otuz bini öl­müştür. Commines'in bu cins abartmalardan kaçınmasını, onun modenizminin veçhelerinden biri olarak görmemiz gerekir.
Sayfa 351Kitabı okudu
Orta Çağın aşka ilişkin kavrayışlarının içinde sanki iki zıt akım vardır. Adetlerin ve edebiyabın içinde özgürce sergilenen uç bir erdemsizlik, namuslu geçinmeyi hedefleyen sıkı bir biçimcilikle zıtlaşmaktadır.
Sayfa 158Kitabı okudu
218 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.