Sayfa Sayısına Göre Resmi Tarih Tartışmaları 7 : 31 Mart'tan Günümüze Gericilik Söylemi Sözleri ve Alıntıları
Sayfa Sayısına Göre Resmi Tarih Tartışmaları 7 : 31 Mart'tan Günümüze Gericilik Söylemi sözleri ve alıntılarını, sayfa sayısına göre Resmi Tarih Tartışmaları 7 : 31 Mart'tan Günümüze Gericilik Söylemi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eğer bir modernite devrimi yaşanmış, zihinsel/entellektüel bir devrim sürecinden geçilmiş olsaydı, kişiyi kutsatmak, kişiye tapınmak gibi saçmalıklara da yer olmazdı...
Hocalar arasında 31 Mart'tan kalma şeriat düşkünü, mektepli düşmanı yobazlar, ne istediğini bilmeyen cahil takımı ve din yolunu kâr yolu sayan açıkgözler vardır.
Bu bildiriyi kaleme alan Mustafa Kemal’in, bildirinin ikinci maddesinde kullandığı bir ifade vardır ki bu ifade Hareket Ordusu’nun 31 Martçıları şeriatçı olarak nitelemek bir yana, hareketi bizzat şeriatı bozmakla, ona muhalif olmakla eleştirmesi açısından önem taşımaktadır. Mustafa Kemal’in ifadesi ile ayaklanmacılar (...) Günümüz Türkçesi ile tekrar etmek gerekirse Hareket Ordusu, 31 Martçıların meşrutiyeti parçalayarak şer’i kanunların, toplumun kurtuluşu ve saadetinin temeli olan anayasayı ayaklar altına alınmak istediğini iddia etmektedir.
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, dönemin basınında yer alan tartışmalara en genel hatlarıyla bakıldığında bile, meşrutiyet taraftarlığının İttihat ve Terakki Cemiyeti ile İslam’ın da muhalifler ile özdeşleştirilerek tartışılması zordur. Her iki tarafında birbirlerini meşrutiyet değerlerine ihanet etmekle suçladıkları açık olmakla birlikte, kesin olan bir şey var ki, suçlamalar arasında "İslamcı" "şeriatçı” olmak gibi bir kavrama yer verilmemektedir; İslam ve onun kuralları her iki tarafında benimsediği bir dizgedir. Gericilik ise dini bir içerikte değil, meşrutiyet öncesinin müstebit idaresine dönme anlamında yani siyasal bir içerikte kullanılmaktadır.
Zira onlar için, hiçbir zaman özgürlük, eşitlik, demokrasi, insan haklan vb. gibi gerçek anlamda moderniteye gönderme yapan kaygılan söz konusu değildi. Onlar, ‘yenilikçi-Batıcı-komprador’ elitin, Mithat Paşa’nın düşüşü sonrasında Padişah (Abdülhamid) lehine kaybettiği mevzileri yeniden kazanmak istiyorlardı. Bunun için de kendi mantıkları ve anlayışlarıyla ’tutarlı' olarak. Abdülhamid‘i en büyük engel olarak görüyorlardı. Eğer Abdülhamid gider, yerine iyi bir padişah gelirse, sorun çözülmüş sayılacaktı. İşte Padişahın Anayasayı yürürlüğe koyduğu 23 Temmuz 1908’den, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın bir suikast sonucu öldürüldüğü 11 Haziran 1913'e kadarki iktidar mücadelesini bu çerçevede kavramak gerekir. Yaygın kanının aksine sorun, özgürlükçülerle özgürlük düşmanlarının mücadelesinden çok kimin iktidar olacağıyla ilgiliydi; ya da geleneksel bir Osmanlı deyişiyle. Devlet Kuşu’nun kimin başına konacağıyla ilgiliydi.
31 Mart komplosu, ordu-siyaset ilişkisinde yeni bir geleneğin oluşmasının da başlangıcıydı. Ordu böylece bir koruma- kollama gerekçesinin arkasına gizlenerek, yaptığı ve yapacağı müdahaleleri meşrulaştırma kozunu ele geçiriyordu.