Bir çehre isterim ki, hayâl, anlaşılmasın;
bir nükte-i cemâl ki lâl, anlaşılmasın.
Bir yüz, o bir tebessüm i hulyâ ki müncelî;
ancak nedir o yüzdeki hâl, anlaşılmasın.
Hep münkeşif hadâyık ı esrârı gözlere,
bakdıkca sonra ayn ı zılâl, anlaşılmasın.
Bir tıfl-ı münfail gibi gülsün tessürü,
renginde hiç nisâb-ı melâl anlaşılmasın.
Kalsın o dîdelerdeki râz-ı emel nihân,
gönlüm diler ki rûh-ı leyâl anlaşılmasın.
Müjgân-ı süye|perveri setreyliyor gibi
takrir-i gamzesinde meâl anlaşılmasın.
Fikrim nüfuz eder gibi olsun hafâsına;
lâkin hayır, o sihr-i cemâl anlaşılmasın.
Her hâli anlaşılsa da bir ihtimâl ile
zîr-i lebinde gizli süâl anlaşılmasın.
Pişinde ben şikâyet-i hasretle ağlayım
gülsün.. Fakat bu vağd-i visal anlaşılmasın!
Her gün başında yıldırım, alnında zelzele,
mat’ûn u müşteki yaşadın; hep elem, hüzün,
kandır bütün sahâyifi târih-i ömrünün!
Hâkim zekâ ve tecrüben artık gavâile.
Ezdin başınla taşları, yendin denizleri;
tutdun elinde berki, o gurrende ejderi,
tutdun ve bağladın; o senin şimdi en mutıyğ,
en canlı âletin; odur ilkâ-yi rûh eden
eşbâh-ı mümkinâte senin kudretinle, sen
bî|şübhe kendi kendine bir âlem-i bedîğ,
bir âlem -i şüûn u bedâyiğsin.. Ey hayât,
ey rûh-i kâinât,
takdis edin: Beşer
takdise mütahakdır; odur Rabb-i hayr ü şerr,
Rabb-i mümkinât!