Sessiz Bir Ölüm...
“Benim gözümde annem hep varolmuştu; günün birinde, yakında yok olacağını göreceğim hiç aklıma gelmemişti. Sonu, doğumu gibi, bir masal zamanına karışıyordu. Kendi kendime “ölecek yaşa geldi” dediğim zaman, birçok başka sözler gibi, bomboş sözler söylüyormuşum. Şimdi, ilk olarak, onda, ortaya çıkması ertelenmiş bir ceset görüyorum.”
Kitap boyunca Simone De Beauvoir’in ağzından ölümle yüz yüze gelişini dinliyoruz. Yazar, annesinin bir kaza sonucunda hastaneye yatmasıyla başlayan bir tedavi sürecini aktarıyor bizlere. Bu süreç içinde yaşadığı karmaşık duyguları, annesine karşı var olan ikircikli hislerini, iniş ve çıkışlarını aktarıyor bizlere.
Bir yandan yüzleşmesi bu kadar zor olan bir durumla baş başa kalmışken, aktarımsak soğukkanlılık anne-kız arasındaki yabancılaşmayı vurguluyor adeta. Annenin hayatına geri dönüp baktığımızda onu bu yabancılaşmaya çeken her sebebi görüyoruz ve biraz daha yakınlaşıyoruz birbirimize.
Pişmanlıkları, sitemleri, acıları, tutunmaya çalıştığı güzel anıları, yaşama isteği, ilişkileri, yıpranmışlıklarıyla, sessiz bir ölümün hikayesi bu.
“İnsan doğduğu için,yaşamış olduğu için, yaşlandığı için ölmüyor. Bir şeylerden ölüyor.”
Uzun bir süre etkisinden kurtulamadığım bir kitap oldu. Beni çok etkiledi. Okunması gerekenler listesinde yerini aldı