Doğum ve ölüm birbirine ne kadar yakındı. Sanki biri diğerinin müjdecisiydi. Hayat sonsuz bir sandalye kapmaca oyunu gibiydi ve yeni birine yer açılmadan önce illaki bir ölüm gerekiyordu.
Kim bilir, belki de bu gerçekte insanoğlunun hayatının kısa bir özetiydi: göbek bağına bağlanmakla başlayıp sonunda her şeyden ve herkesten koptuğumuz ölümle biten bir yolculuk.
Türk kahvesinin kaynatılmadan pişirildiğinide biliyor muydun? Peki İstanbul'da birbirinden yüz yıldır ölesiye nefret eden üç futbol takımı olduğunu ama kimsenin birbirinden neden nefret ettiğini hatırlamadığını?