Türk;
Yavuz Sultan Selim'e göre eşek idi…
Türk;
Koçi Beye göre mezhepsiz ecnebiydi…
Türk;
Hoca Saadettin Efendi'ye göre leşti hilebazdı aşağılıktı…
Türk;
Naima'ya göre azgındı çirkindi kabaydı cahildi…
Daha ilk derste belli oldu ki bölükte, hangi dinden olduğumuzu bile doğru dürüst bilen bir kişi yok.
Bir gün askerlere sordum:
-"Bizim dinimiz nedir?"
Hepsinin bir ağızdan, "Elhamdü-l-illâh Müslümanız" diye cevap vereceklerini sanıyordum.
Fakat öyle olmadı, cevaplar karıştı.
Kimisi "İmamı âzam dinindeniz",
kimisi
Şu zamana kadar okuduğum hiçbir kitap beni bu kadar derinden etkilemedi.
Suyu Arayan Adam kitabın yazarının bahsettiği şehri sokak sokak gezdiğim için.. hatta şimdiye kadarki bütün il, ilçe,güzergahı gittiğim için olsa gerek çok benimsedim. Öyle ki Anadolu insanının gerçeklerini bu kadar acıyı yüreğimde hissettim. Osmanlı torunuyum diye kendini tatmin eden kesimin Osmanlı'yı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren anlatımı kalbime öküz oturtacak kadar ağır geliyor.. daha 100 sayfaya gelmeden şiddetle tavsiye ediyorum.. kitap bitince buraya entry girişini yapacağım...
Sezai Karakoç'un burada "suyu arayan adam" diye kastettiği kişi Şevket Süreyya Aydemir'dir. Şevket Süreyya, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kemalist rejimin kuramcılarındandır. Ve kendi otobiyografi kitabının adı "Suyu Arayan Adam"dır (
Suyu Arayan Adam). Şiirdeki "Suyun aradığı adam" kısmı ise muhtemelen Fuzuli'nin Su Kaside'sine (
Su Kasidesi Şerhi) göndermedir, çünkü bu eserde su peygamberi aramaktadır. Kısacası bu iki dizeye şair kendi dünya görüşünü, ideolojisini ve iki göndermeyi sığdırmıştır. Fikrine asla ama asla katılmasam da sağlam bir şekilde ifade etmiştir.
"Biz Türkler, ormanı pek tanımayız.Hatta pek sevmeyiz de."
Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam isimli eserinde 1920'li yıllarda Rus halkının ormanla içli dışlı olması ile Türk halkını karşılaştırmış ve bu sonuca varmış. Günümüzde Türkiye'nin %75'i ormanlık alan olma iklimine sahipken bu oran %27.6 Sayısal verilerden de anlaşılacağı üzere yazarın yorumu güncelliğini koruyor.
İnsana tuhaf gelen ve düşündüren asıl soru ise gerçekten ormanı neden sevmiyoruz?
Halbuki o tarihlerde Türkiye hiç şüphe yok ki bir inkılâp yaşıyordu. Bu inkılâp bitmemişti. Fakat görünüyordu ki bazı insanlar bu inkılâbın önünde değil, ardında koşuyorlardı. Çankaya’da yerleşen insan, bu inkılâpların listesini, bu insanlara ne çare ki evvelden bildirmemişti. Öyle görünüyordu ki, Çankaya'da yeni bir inkılâp hamlesinin saatı çalınca, bu hamle Mecliste hemen bir kanun haline geliyordu. O zaman her şey kolaylaşıyordu. O zaman, başına kanundan önce şapka giydi diye genç bir gazeteciyi merdivenlerden yuvarlayan adam, aradan kısa bir süre geçince, ünlü bir müderrisi şapka giymedi diye darağacına verebiliyordu...
Sl