Tarih Felsefesi

Doğan Özlem

En Eski Tarih Felsefesi Sözleri ve Alıntıları

En Eski Tarih Felsefesi sözleri ve alıntılarını, en eski Tarih Felsefesi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tarihin bir mantığı var mıdır? Sorusunu yönelten Spengler;
Tarihin bir “bilim” olduğuna inanmak Spengler’e göre saçmadır. Çünkü tarih, bizim gözümüzde her zaman bugünümüz açısından önem taşır ve biz ona hep kendi yaşamımız ve beklentilerimiz doğrultusunda eğiliriz. Bu yüzden tarihte “doğru” ya da “yanlış” diye bir şey yoktur; tarihte bizim ilgi, beklenti ve kaygılarımız açısından “önemli ve önemsiz” ve “yüzeysel ve derin” şeyler olabilir.
Sayfa 233 - Notos Kitap/Birinci Basım Mart 2012- Spengler ve Toynbee: Döngüsel Tarih Anlayışına Dönüş
''Bir tarih ilmî yoktur...'' Oswald Spengler
Lessing’e göre, bir “gerçeklik bilimi” olarak tarihten söz edebileceğimiz bir yer de vardır. O da böyle bir tarihin, birbirlerini öldürüp duran insanların ve insan topluluklarının tarihi olarak bir “mezar kazıcıları tarihi” olmasıdır.
Sayfa 213 - Noto (Birinci Basım Mart 2012) 20. YÜZYILDA TARİH KAVRAMI (Lessing: Tarihsel Kötümsercilik)
Reklam
Grekler için doğa, düzenli bir oluşum, bir “kozmos”du. Bu yüzden felsefi ilgi de, daima kalıcı ve temel olan şeylere ve bunların değişmez niteliklerine yönelikti. Öyle ki felsefe, varoluş nedenini ancak kalıcı ve temel olan şeylerin bilgisine yönelmekte bulabilirdi.
Hristiyanlık, bir kavim dini olan Yahudilikten bir evrensel din çıkarmak isterken, Tanrıyı sadece seçilmiş bir kavmin Tanrısı değil, tümüyle “insanlık”ın Tanrısı yapmaktaydı (aynı şeyi daha sonra İslamiyet de yapacaktır). Böylece insani zamanlılık, bir kavme bahşedilmiş özel bir süreç değil tüm insanlığı kapsayan bir sürece dönüşmüş oluyordu.
Augustinus’a göre Tanrı zamanın dışında (öncesiz ve sonrasız); ama onun yarattığı her şey zamanın içindedir (önceli ve sonralı). Zaman ise, artık varolmayan geçmiş, bir boyuttan yoksun şimdi ve daha varolmamış olan gelecek arasında bulunan ve bu yüzden ancak şimdi yaşamakta olan kişinin anımsaması (geçmiş) ve beklentisi (gelecek) dolayısıyla anlam kazanan bir şeydir.
İbn Haldun’a göre, toplumlar asabiye sayesinde vardırlar ve her toplumun asabiyesi farklıdır. Uygarlıklar ve kültürler, bu bakımdan birbirine geçişli olmayan, birbirlerini etkilemeyen, her biri kendi gelişimini kendi içerisinde yaşayan kapalı birimlerdir. Her toplum, tıpkı bir canlı gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür. Doğma, büyüme, gelişme, çözülme ve yok oluş, her toplumsal organizmanın kaderidir. Dolayısıyla uygarlığı bekleyen son, yok oluştur. Her toplumun kendi içerisinde yaşadığı bu aşamalar, aynı zamanda o topluma ait asabiyenin ortaya çıkışı, dayanışma ve birliktelik bilincinin gelişmesi ve nihayet çözülüp yok olması aşamalarıdır da. Ve İbn Haldun’a göre her toplumun yaşadığı bu aşamalar tam bir döngüsel (devri, devrevi) süreç halinde kendilerini gösterirler.
Reklam
108 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.