İslam'da Manevi Hayat

Tasavvuf

Ebu'l-Ala Afifi

En Eski Tasavvuf Sözleri ve Alıntıları

En Eski Tasavvuf sözleri ve alıntılarını, en eski Tasavvuf kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
süfinin bir felsefesi varsa, bu felsefe de onun süfiyane gözlem/müşahede ve tecrübelerini pekiştiriyorsa ve süfiliğinden müstakil bir şey değilse, işte bu, her ikisi de, Mutlak ya da 'Gerçek Varlık'ı tanıma konusunda birer metod olan tasavvuf ile felsefenin tabii yapıları arasındaki asli ve öze dayalı bir farktır. Bu bir alemdir, öteki başka bir alem .. Tasavvuf öyle bir tecrübedir ki, insan iradesi, büyük bir alaka ile bağlandığı ve uğrunda kendini tükettiği (fena) hedefine bu tecrübe içerisinde yönelir. Ve benlik bu hedefi, onunla aynı şey olarak "ittihad ederek" zevke dayalı bir bilgi çeşidi ile tanır.
bir de sufi terminolojisindeki tevhid ki, bu da yaşayıp görrneğe dayalı bir tevhiddir. Birinci tevhid, -nakli bir delile dayandığı takdirde- ilim ve tasdik (doğrulanması gereken bir ilim) olup, halk tabakasının tevhidi bu şekildedir. Akli bir delile dayandığı takdirde ise, ilim ve tahkik (kesin bir bilgi) ifade eder. Gözlemci filozof ve kelamcıların tevhid anlayışı da budur. el-Arusi'nin, el-Ensari'nin er-Risaletü'l-Kuşeyriyye üzerine yapmış olduğu şerhe yazdığı haşiyede aşağıdaki sözleri ile belirttiği hususlar da buna yakındır: "Bazıları tevhidin, Allah'ı, hem gaye kabul edilip hem de kulluk edilmeğe layık yegane varlık olarak görmek olduğunu söylerler. Onlara göre, bu anlayış, birinde itikadi olarak bulunursa o kişiye "tevhide inanan" denir; birtakım delillere dayalı bir bilgi olarak bulunursa, "tevhidi bilen" denir; Hakk'ın, kalbine galebe etmesi tarzında bulunduğu takdirde ise "Rabbini tanıyan (arif)" denir."
Reklam
Onlara göre nefs, bu aleme yabancı bir varlıktır; ulvi alemden inmiş ve konuk olarak bedene girmiştir. Ancak bu aleme indiğinden beri, bu alemin bağlarından kurtularak asli alemine kavuşma özlemi ile yanıp tutuşmaktadır. Fakat dönüş ne mümkün! O artık maddi alemin zincirleriyle bağlanmış, o alemin meşgaleleriyle meşgul; zar ve perdeleri ile kaplanmış, sufi yapısı bozulmuş ve paslanmıştır. Bir zamanlar her tarafını aydınlatan o ilahi nurun parçası onda artık görünmez olmuştur. Bu sebepledir ki, kendi alemine yükselme kapasitesine sahip olabilmesi için, zincirlerini kırarak firar etmesi, kir ve paslarından arınması kaçınılmaz olmuştur. Nefsi, semadan yere inip burada mahpus kalan, fakat vatan hasretiyle yanıp tutuşarak kafesinden kurtulmağa çalışan kuşa benzetmek, sufilerin bu yüzden hoşuna gitmektedir. İbn Sina nefs/ruh hakkındaki Kaside-i Ayniyye'sinde bu manaya temas eder ki, kasidenin başı şöyledir: "İzzet ü ikram içinde olduğu O en yüce malıaldeli sana indi Tüm gözlerden saklanmış olarak Peçesiz yola çıkan bir güzel gibi .. "
Tasavvuf, süfilerin sadece, -gereğince yaşadıkları- herhangi bir tarz değil, aynı zamanda, kulun ilk olarak Rabbi karşısındaki konumunu; ikinci olarak kendi zatı karşısındaki; son olarak da kainat ve kainattaki canh-cansız tüm varlıklar karşısındaki konumunu belirlediği hususi bir bakış açısıdır. Felsefe kelimesini buradaki gibi geniş manada .kullanacak olursak, tasavvufun hususi bir yaşam tarzı olmanın ötesinde bir tür felsefe olduğunu, hatta bu felsefenin ortaya çıkardığı bir şey olması hasebiyle, bu hususi yaşam tarzının bizatihi kendisi olduğunu söyleyebiliriz. Hasılı sufiler, dünyaya bakışları bakımından Müslümanların geneline; dine bakışları bakımından kelamcı ve fakihlere; Allah, insan ve kainata bakı ları bakımında fiIozoflara iştıra etmezler. Bu yüzdendir ki, İslam tasavvufu outun bu branşları kapsayan bir devrim olarak gelmiş ve bu devrim tasavvufun, kendi yapısını gösterdiği en kendine özgü özelliği olmuştur. Bir başka deyimle; İslam'ın gerçek ruhaniyetini ilan ettiği yegane gösterge tasavvuf olmuştur.
O halde bazı oryantalistler gibi, İslam'daki tasavvufun kökeninin şu veya bu harici faktöre dayandığına hükmetmemizi gerektiren bir saik yok demektir. Çünkü sadece falan şeyin, filan şeyin varlığındaki yegane illet olduğunu söylememiz apaçık bir hatadır. Özellikle de bu illetler ve bunların malülleri akli veya ruhi veya sosyal alaniarda meydana gelen huşuslardan ise ... Zira akıl, ruhi ve sosyal realite(fenomen) ler, tabii realitelerin boyun eğdiği basit illiyyet (causality) kanuniarına göre cereyan etmezler.
"La ilahe illallah" ifadesinden şu kalıplar ortaya çıkmıştır: 1- Akıl ve vehmin tasavvur edebildiği her eyden mutlak bir şeki e munezze an a tan başka hiçbir ila yoktur. "Mu'tezile, (Müslüman) filozoflar ve bir kısım sı1finin tasavvuru budur\ 2-(Allah'tan başka, ne gerçek bir irade sahibi gerçek bir kudret sahıbı vardır." Bu Allah'ı tevhid etmeyi, O'nu sıfat ve fiilieri ile bu şeki e evhid etmek plarak anlayan bazı sufilerin tasavvurudur.' 3- "Allah'tan başka. gerçekten görülen (şühud) hiçbir şey yoktur. " Gördükleri herşeyde mutlaka Allah'ı da gören sı1filerin tasavvuru da budur. 4- "Allah'tan başka gerçekten varolan hiçbir şey yoktur." Vahdet-i vücudçu sufilerin görüşü de budur. Öyle ise, İslam düşünürlerinin tevhidin manası hakkındaki düşünceleri ve tevhidin dakik meselelerini analizde aşırıya kaçmaları, bazılarını vahdet-i uücud fikrine götürmüştür, dememize şaşılmamalıdır. Biz, Müslümanların sahip olduğu bu teorinin kökünü İslam düşüncesinin dışındaki Hindu Vedaları (Vedanta) ve buna benzer bir harici kaynakta aramak zorunda değiliz.
Reklam
29 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.