Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Turan Yolu

André Malraux

Turan Yolu Gönderileri

Turan Yolu kitaplarını, Turan Yolu sözleri ve alıntılarını, Turan Yolu yazarlarını, Turan Yolu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Makedonya’da isyan çıkardığımız zaman kaç kişiydik, biliyor musun? Üçyüz ki­şi... Turan kendini bilmiyorsa, ona bu bilin­ci vermek bize düşer...
Halifenin damadı olan muzaf­fer kumandan Enver için candan döğüşebilirlerdi. Ama iyi para almak ve büyük tehli­kelere de atılmamak şartıyla. Ayrıca karşılarına İngiltere çıkarsa biraz düşünürlerdi. Tu­ran uğurunda mı döğüşsünler? Peki. Ama İslâm uğrunda döğüşürlerdi pekala. Hem ba­bamın az çok tutunabildiği yerlerde başarı­sını Abdülhamid’in İslam birliği ajanlarına borçluymuş zaten. Harabeler ortasında, dağ­larının çıplaklığı ve göklerinin pırıl pırıl be­yazlığı içinde gece gezenler gibi dolaşan bu halkı ayakta tutan tek çatı kemikleşmiş bir İslam gücüymüş.
Reklam
Aylardır göremediği gerçeği görmüştü sonunda.. Turan onun için o kadar vardı ki, yok olabileceği bir an aklından geçmemişti. Na­sıl Luther'den önce hıristiyanlar sürü sürü Roma’ya gelip de din bezirganlığını görme­mişlerse, nasıl onsekizinci yüzyılın İngiliz sever Fransızları Londrada gözleri kör edecek kadar ortada olan aristokratlığın farkında bile olmamışlarsa, o da bütün bu son aylarda her şeyi yalnız Turan masalı açısından görmüş, olan biten her şeyi yalnız bu masala bağlamış­tı .
Bir gün babam Gazne çarşısında dolaşır­ken, delinin biri, belki de delilerin arada bir yanılmayan sezgisiyle, bu adamın bir Türk ol­madığını anlamış ve üstüne atılıp başlamış dövmeğe. Karşı komak çılgınlık olurmuş ora­da: Orta Asya'da hala yaşayan eski gele­neklere göre deliye el kaldırmak günahmış. Adam iri taş bulamamış bereket, yoksa öldür­mesi işten değilmiş. Babam büyük bir öfke içinde ve kölesi olduğu büyüden anlaşılmaz bir kolaylıka kur­tulmuş olarak evine dönmüş. Birden gerçeği bütün acılığıyla görüvermiş: Türkleri yeni yeni coşturan ve belki İstanbulu kurtarmış olan Turan yoktu.
İki ay sonra babam Gazne’deydi. Hindis­tan yoluyla geliş, İngiliz ajanlarının bol oldu­ğu Kabil'de pek az kalmış. Efganıstan diye bir yer yoktu. Emir sa­dece Kabilin emiriydi. O sırada şehirde tele­fon şebekesi kurduruyor ve Hindistan’a bir telgraf hattı çektiriyordu. Sehrin elli kilometre ötesinde ilkel bir İslam dünyası başlıyordu. Hanlar güçsüzseler vergi veriyor, güçlüyseler vergi alıyorlardı. İrandan Semerkand’a kadar göçebe olsun yerleşmiş olsun bütün in­san yığınlarını birleştiren tek şey Kuran’dı.
Barış imzalanır imzalanmaz Enver paşa kendini var gücüyle Turancılığa vermiş. Yapı­lacak şey Orta Asya Türkleriyle ilişki sağla­ mak, Kürtlerle, Buhara ve Efgan beyleriyle, Rus Türkistanı hanlarıyla bağlar kurmaktı. Alman elçisi: «Önce Efganistan..» dedi. Hin­distan'a en yakın yer orasıydı. Herkese göre de babam bu iş için biçilmiş kaftanı. Almanlara göre de, Enver’e göre de, babama göre de.
Reklam
Türkiye için Balkanlar, eski beylikler önemli değil bunlar ilgilen­dirmiyor Enver’i. Buna karşılık ... — Tuhaf şey... Nedir peki onu ilgilendi­ren? — Turancılık, Edirneden Çine kadar Orta Asya’daki bütün Türklerin birleşmesi. Yeni milletler doğuyor, burada da heryerde de. Bundan sonra artık Yunanistan'ın, Sır­bistan’ın yaşamasına engel olamayız. Yeni ülkeler aramak gerek. Olağan bir barışla Ru­meli topraklarını emniyete aldık mı eski Hıristiyan eyaletlerin cehenneme kadar yolu var. İstanbul'da kurulacak saçma bir cumhu­riyet yerine başkenti Semerkant olacak bir imparatorluk kurmalıyız.
Enver’in değerleri ve kusurları, gösterişi kudreti, coşkunluğu, sevimliliği hep birden çöl beylerinin gönlünü kazandı. Üç ay içinde çöl buyruğuna girmişti. Kişiliğinden gelen güce halifenin kızlarından birine nişanlanmanın büyüsünü de katarak göçebe sürüle­rini düzene sokmak kadar olmıyacak bir işi başardı. Çöl eşkıyalığı yaptırmayı düşünmüş olduğu sürülerden düpe düz bir ordu çıkar­dı, bunlara Türk taburlarının kalıntılarını da. ekleyip Derna kuşatmasını göze aldı.
Türk generallerinin zor görebildiği bu ürkek İmparator islam birliği elebaşılarını serbestçe ve tabancasız odasına alıyordu. Yal­nızlıktan, şiirden ve polis raporlarından baş­ka hiçbir şeye yüz vermeyen bu tembel a­dam oturup yabancı müslümanlara gidecek beyannameler yazıyor, İslam’ın önderleriyle mektuplaşıyordu. Askerlerine postal alamayan bu müflis Sultan iki yüz bin ajanın yol paralarını eksik etmiyordu. Bir kaç yıldır da Fas’tan Kabil’e kadar her yerde ve bütün Hindistan camilerinde Sultanın adı dualara girmişti. Vatan sözünü yasak etmesi, yirmi milletin kurduğu Osmanlı İmparatorluğunun bu batılı düşüncelerle şişen kavrama dayanamıyacağı içindi. Halifenin şimdiye ka­dar görevi Allahı savunmak olmuştu; şimdi artık Allahın halifeyle birlikte imperatoluğu kurtarmasına sıra gelmişti.
Bütün devlet gücü Sultan Abdülhamit‘in elindeydi. Devleti Bab-ı Ali ile, birbirinden, habersiz vezirlerin bozuk düzeniyle yönetiyordu. Elinde daha güçlü kendine daha sıkıca bağlı bir başka cihaz daha var gibiydi. Geniş bir polis şebe­ kesine benzeyen bu ikinci cihaz neydi ve daha önemlisi, neyin peşindeydi? Genel olarak zorbalık düzenlerinde zor­banın politikası iyi bilinir de kendi kişiliği pek bilinmez. Burada Sultanın kişiliği az çok biliniyor, ama politikasının ne olduğu an­laşılmıyordu. . İki gece üst üste aynı yatakta yatmayan bu sultan bir gece, kendi seçtiği yatakta bir tahta kurusu bulmuş, zehirli olduğundan kuşkulanıp iki saray adamını sürgün etmiş. Birini huzura kabul ettiği zaman eli taban­casında olurmuş. Önünde herkes hep yere bakmak zorundaymış. Adamın biri sendeleyip gözlerini kaldırır kaldırmaz sultan ateş etmiş. Sarayda Türk sözü yalnız hakaret diye kullanılırmış. Ordu komutanları arasında milliyetçi oldukları kuşkusunu uyandıranlar hemen kovulurmuş. İstanbulun bas hırsızını Sultan alay olsun diye Bahriye Nazırı yapmış, Bahriyeyi mahvettiği için de şahane hediye­ler vermis kendisine. Halifenin önünde Türk vatanı sözlerini kullanmanın cezası ölüm­müş.
23 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.