herkeste olsun istemiş, sevdiklerimin her birine hediye etmek hayalini kurmuştum. hayal dediğin kurulur çünkü.
final haftamda okumuş, saatlerce haritalardan gezmiştim, üsküp'ten kosova'ya. bizim tayyi mekan. nerden yakalım?
ayrıca ilk baskılardan okuma fırsatı sunan fakültemin kütüphanesini ne kadar sevsem az. 'kütüphanesini'
yaprakları dağılmış, yer yer sararmış, kokusu kendinden olmuş. eline alınca artık sana da sinmiş..
okurken suratıma serin esintisi çarptı tuna nehrinin, ne bileyim oturdum tuna'ya bakarken buldum kendimi yavuz bülent gibi, izini sürdüm bir uçtan bir uca. geçmişe duygu dolu göndermeler..
alaca camiinde iki rekat namaz gökle bağımı kavileştirirdi mesela mutlaka. nakışlarından nakış beğenirdim kanaviçeme, şöyle hayran hayran 'kubbesine' bakarken.
rengarenkmiş üsküp;
dergah türbeleri, harabati baba tekkesi, yavuz bülent'in şiir gecesi anıları... gecelerde yavuz, yalnız. müthiş aşağılık kompleksine bulanmış 'bizim' sol kesimle üsküp'e şiir festivaline 'davet edildiğinizi' düşünsenize. o demde yaşananları sarahaten aktarmış yavuz bülent buruk bir tatla. gecelerde, ve yine yalnız. bu kez otel yolunda şemmü'l heva..
oralarda bir yerlerde hala osmanlı çarşısı var. ne oralarda bir yerlerdeyiz ne bizde osmanlı çarşısı.
düşünelim, unutulmaya mahkumiyet mahrumiyetten değil midir biraz da? mahkum tuna, üsküp, kosova, bir zamanlar bizden olan balkanlar.. mahrum biz..
bu kadarıyla iktifa edinilmez elbette ama
her kitap, sorusuyla sonlanır.
hangi cevabın hatırı kalır acaba diye bocalarken biz, tuna akar.
peki ya suyun tadı?