Bir masal...Fakat ortada ne altın saçlı güzel peri kızları, ne de beyaz atına binmiş yakışlı erkekler var. İnsan doğasının karanlığına dair bir masal bu. İnsan doğasının öngörülebilir bazı kusurlu yanları var. Bu kusurlu yanını tüm dehşetiyle kanıtladığı, tarihte bir kara leke var; ikinci dünya savaşı, toplama kampları, gamalı haç, kızıllık, toplu mezarlar...
Her şey, bozkırın avlayıp trenlere bindirdiği kalpsizlerin avıyla başlıyor, kalpsizler; yani Yahudiler. Trenler hiçbir yere varmıyor, sadece içindeki değersiz kargolar! açlıktan ya da pislikten ölüp, karanlık çukurlara teslimatı yapıldıktan sonra varacağı yer de sonlanmış olan trenler bunlar. Bu trenlerin birinde bir adam, karısı ve ikiz bebekleri ile birlikte hayatta kalabilmek adına bebeklerden birini feda eder, duraklardan birinde bırakır bebeğini, onu tekinsiz ve bembeyaz kuytu bir ormanın içinde yaşayan yoksul bir oduncunun karısı bulur. Hikaye başlar... şiddetli bir hikaye bu, ama aynı zamanda şefkatli ve umut dolu. Yazarın büyükannesi ve büyükbabası da bu bahsedilen trenlerde yaşamı sonlanan kalpsizlerden! Kısacık 62 sayfalık bir masal, öyle etkileyici, öyle vurucu ki, bir süre benimle kalacak. Çok sevdim.