Köşede kızlı erkekli bir grup genç dondurma yiyor ve bazen de gülerek birbirlerinin elindeki külahları yalıyorlardı. Meryem o anda kendisini o partal giysilere ve lastik pabuçlara rağmen bir dişi olarak hissetti; o oğlanların yanına gitmek istiyordu. İşin tuhafı bundan hiç utanmaması ve sanki dünyanın en normal duygusuymuş gibi benimsemesiydi. Genç ve sağlıklı bedeni, o genç erkeklerin çıplak gövdelerine yakın olmak ihtiyacıyla sarsılmıştı. O güne kadar sadece uğursuz ve aptal olduğu söylenen ve dişiliğinden dolayı doğuştan günahkar ilan edilen genç kız, bu ayrı iklimdeki insanlar arasında değişmiş ve adını da tam koyamadığı baş döndürücü bahar tutkularına kapılmıştı...
Ve belki de ömründe ilk kez, genç erkeklere alıcı gözüyle bakabildi: Onların ince gövdelerini, güzel gülüşlerini, kollarını kızların omzuna atışlarını, Coca-Cola şişesini başlarına dikmelerini, çıplak ve güneş yanığı kollarındaki adaleleri, çevik ve kıvrak hareketlerini kaş altından süzüyor ve hayran kalıyordu. Kasabada böyle bir şeye asla cesaret edemez, aklından bile geçiremezdi ama zaten oradaki erkekler, bu çocuklara benzemiyorlardı. Bambaşka bir dünyaya gözlerini açmıştı Meryem ve bu dünya, kendi tanıdığından tamamen farklıydı...
Evet! İşte buydu: Polis barikatı, aşılması gereken bir engel değil bir amaçtı. Polis, rejimi temsil ediyor, onu koruyordu.
O aşağılık, sahtekar ve bütün gençlerin nefret ettiği kokuşmuş düzenin simgesiydi. Ve gençler içlerindeki dürüstlük ve başkaldırı duygusuyla her dönemde bu düzene isyan ediyorlardı. 70'li, 80'li yıllarda aynı üniversitenin önünde yine polis barikatı aşılmak isteniyor ve yine coplar inip kalkıyordu...
En sonunda konuşmasını, Cemal'i kalbinden vuracak şu ayet-i kerimeyle bitirdi: "Anaya, babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size tabi olan kimselere iyilik edin."
"Evladım, Şura Suresi 40. ayet 265 buyuruyor ki: 'Kötülüğün karşılığı, ona eşit kötülüktür. Fakat kim bağışlar, barışı sağlarsa mükafatı Allah'a aittir; şüphe yok ki Allah zalimleri sevmez."'
"Kim, kimseyi öldürmemiş veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birini öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Kim onu yaşatırsa, ölümden kurtarırsa, bütün insanlığı yaşatmış gibi olur."
"Biz birbirimize anlayış gösteririz. Ama bu sefer ne olduğunu gerçekten anlayamadım. Her şey çok güzel giderken bir anda ne oldu sana?"
Aysel ona umutsuz gözlerle baktı ve "Bunu anlatmak çok zor ama" dedi, "sen benimle zoraki sevişiyorsun! Sanki kocalık görevini yerine getirir gibi; düzenli, güçlü, temiz ve sağlıklı ama zevk almıyorsun. O yoğun zevk anında bile, bir tek saniyede hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde hissettim bunu."
Allah artık onu sevmeye mi başlamıştı? Acaba bağışlanmış mıydı Meryem?
Çocukluğunda işlediği ve bütün yaşamını karartan günahları, Tanrı'nın kara kaplı defterinden silinmiş miydi? "Allahım, beni seviyor musun artık?" diye sordu içinden.
Dışımızdaki değerlerin koyduğu amaçlara ulaşmak için çabalıyoruz ama bu arada içimizdeki değerleri unutuyoruz; hayatımızdaki kopukluk buradan gelmekte.