Kitabı Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna doğru yol aldığım uzun bir yolculukta dinlemiştim. Öylesine açtım. Yolda kitap okurken gözlerim ağrıyor, okuyamadığımda bu kadar saat vakit kaybetmeyeyim diye dinlerken, üç dakika sonra böylesine güzel bir kitabı bulduğum için heyecanla kitabın kendisini sipariş ederken buldum kendimi. İyi ki açmışım. İyi ki bu kitabı seçmişim o an. Öyle güzel bir dil, öyle başarılı bir betimleme, öyle naif bir anlatım… Şakir Kabaağaçlı’dan okuduğum ilk kitabımdı. Nasıl okumamışım bunca zaman diyorum kızıyorum kendime. Annesi Akdeniz, babası Egeli ama kendisi İç Anadolu’da büyümüş, yazları üç ay boyunca hep yıldızlı gökyüzü altındaki denizle yatmış, denizle kalkmış biri olarak, yazarın denizi anlatışı gözlerimi doldurdu her seferinde. O üç aylık yaz tatili bittiğinde dokuz ay deniz göremeyeceğim diye deniz kabuklarıyla karışık deniz kumlarını kavanozlara doldurup, kokusu siniyor diye ablamla mayolarımızı yıkatmıyorduk bile anneme :) Yedi yaşında sınırlı kelime bilgimle şiir dahi yazıyordum denize gözlerim dolu dolu. Öyle bir sevgi.. :) Ama Cevat Şakir Kabaağaçlı denizi anlattıkça, bu deniz bizim bildiğimizden bile, dünya üzerindeki çoğu şeyden bile güzelmiş dedirtiyor insana. Hiç deniz görmeyen biri bile o maviliğe, o kokuya özlem duyar okudukça. Şimdi neredeyse tüm kitaplarını merak ediyorum hepsini sıraya koydum. Yer yer gözlerinizi dolduruyor, yer yer gülümsetiyor.. Kitaptan haberi olanlar ertelemeden okusun, olmayanlar da bir gün benim gibi Türkiye’nin en doğusundan memleketine doğru gittiği bir yolculukta olduğu gibi şans eseri bu kitabı dinlesin, okusun da mutlaka haberi olsun :)