Eller, uzak durulması gereken şeylerdi. Taş fırlatır, değnek, sopa ve kırbaç sallar, bedenine dokunmayı başardığında tokat ve yumruk atar; çimdikleyerek, sıkılarak, bükülerek ustaca acı verirdi o eller.
Hayatın malzemesi olan kalıtımı, hamura benzetilebilirdi. Birçok olasılığa açık, bir sürü kalıba girebilen bir malzemeydi. Ona belli bir şekil verense çevreydi.
"Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki." Bu yüzdendir ki son bir haftamda iç huzurunu iliklerime kadar hissettim. O kadar sahici bir hava vardı ki, eğer bu oksijense normalde pislikten başka bir şey solumuyormuşuz. Uzun yürüyüşlerin ardından kayıkla yeşillerin, sazlıkların içinden mavilere uzanan kürekler çektim. Ne güzel cümlelere, sözlere, şiirlere ilham olan muhteşem tabiat güzelliğini ne desek layıkıyla anlatabiliriz ki... Nazım'ın da dediği gibi "Benim dileğim daima böyle kalmak, doğanın bir köşesinde sessizce yaşamak."
Esasen tabiatın hiçbir zaman, hiçbir durumda bize tabi olmadığını, onu hayalimizde kurduğumuz gibi değil, gerçekte olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğini asla akıldan çıkarmalıyız.