Ama nasıl?
Nasıl yapacaktım?
Bulutlanan kalbime nasıl eski netliği, kararlılığı kazandıracaktım?
Kırılan ümidimi nasıl tazeleyecektim? Kaybettiğim şevki nasıl canlandıracaktım? Beni kendi özüme, Tanrı'ya götürecek bir yol nasıl bulacaktım?
Bir şatafat değil ancak her karı kocanın aptal hayvanların yaşamlarına benzemeksizin insanca yaşaması için ihtiyaç duyduğu şeydir. Üstelik hiçbir zaman cimri olmadığım için kimse beni suçlayamaz: Ziyadesiyle aç insanlar bende her vakit açlıklarını yatıştıracak bir şey buldular ve büyük şenlikler geldiğinde dayanağı olmayan çoluklu çocuklu bir dulu düşünüp, ona Noel için paskalya yumurtaları, tatlı çörek, domuz yağı ve çeyrek kuzu ile domuz budu götürürdüm. Sadaka vermiyordum, bilakis bu benim vazifemdi. Tanrı'nın bana vermiş olduğu bir vazife. Karşılığında, elimde artanı veriyor ve bununla övünmüyordum. Buna hakkım da yoktu zaten, iyilik söz konusu olduğunda beni geride bırakan başkalarını gördüm: onlar, yolda ilk gördüğü garibanla ekmeğini paylaşanlardı.
"Seni anlıyorum," dedi Lale, saçlarını yavaş yavaş örmeye başlayarak. "Bir roman kahramanı gibisin. Daha doğrusu belki de zamanımızın kahramanı. Ama ben... Ben tek başıma ne yapabilirim ki?"