sapkın arzuları olan insanlarda sıklıkla görülen bir şeydir; fiziksel olarak mazoşist, duygusal ve zihinsel olarak bunun tam tersi olan insanlar vardır.
her şeyin tamam olması ve kendimi daha az yalnız hissedebilmem için, idam günümde çok seyirci bulunmasından ve bunların beni hınç dolu haykırışlarla karşılamalarından başka isteyecek bir şeyim kalmamıştı.
o gece youqing’e o şişman adamın kim olduğunu sordum.
“beden eğitimi öğretmenim,” dedi.
“babanmış gibi davranıyor sana,” dedim.
youqing şişman adamın ona aldığı şekerleri yatağının üzerine yaydı. önce onları üçe böldü, bir süre baktıktan sonra iki parçadan birer tane aldı ve kendine en yakın parçaya ekledi. bir parçayı fengxia’ya diğerini de jiazhen’a vereceğini biliyordum.
bana vermeyecekti.
tartışma sırasında bir an bile unutamadığım, hiç aklımdan çıkmayan şey ise lara'ya duyduğum yürek paralayıcı aşktı. onu öylesine seviyordum ki, bu aşktan içim sızlıyordu.
o sırada gerçekten de sızlıyordu yüreğim. sanki ne kadar ciddi ve ağır olursa olsun konuştuğumuz her şey önemsizdi; onun yüzüne bakmak ve sesini duymak için yaşadığımı hissediyordum. güzel miydi? evet, güzel olmasına güzeldi ama bu o kadar önemsiz bir ayrıntıydı ki benim için. başına bir şey gelse, yüzü değişse, hatta çirkinleşse bile ona olan duygularım değişmezdi. güzellikten çok daha farklı bir şeydi beni ona vurgun kılan. anlatılmaz dile söze gelmez bir şey; bir hava bir tavır, sesindeki ince bir kırılma, dudaklarının kıyısındaki hafif bir gölgelenme, gülerken çenesinde oluşan küçük çukur*… bunların hepsi, hepsi çok güzel şeylerdi. daha da önemlisi, adeta ruh ikiziydik. ömür boyu içinden çıkılmayan, her anın lezzetiyle dolup taşan bir sığınaktı, birbirimizde bulduğumuz.
yorulmuştu. oturdu. ben de yanına çöktüm.
kısa bir sessizlikten sonra konuştu:
“yıldızlar, gözden ırak bir çiçek yüzünden güzeldirler.”
“doğru,” dedim ve başka söz etmeden ay ışığı altında uzanan kum tepelerine baktım.
“çok güzel,” dedi küçük prens.
sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
nasıl etsem, nasıl yapsam da
meydanlarda bağırsam
sokak başlarında sazımı çalsam
anlatsam şu kiraz mevsiminin
para kazanmak mevsimi değil
sevişme vakti olduğunu
bütün resimler sana benziyor
hayret
bütün aynalarda sen varsın
nereye gitsem peşimden geliyorsun
şimdi sigarasın dudaklarımda
biraz sonra beyaz bir kağıt
ve akşam içtiğim bir kadeh içki olacaksın
ya ben, diyorum, seni unuttum mu sanıyorsun?
unutmasan uğrardın, diyor.
(kapanan kapının sesi)
bak, diyorum, sana nasıl anlatsam… evet,
senden ayrıldım. uzağında yaşadım. evet, yıllar
boyunca semtine uğramadım. ama sen her zaman düşlerimdeydin.