Dedem diyor ki, atalarının adlarını, kim olduklarını unutanlar, kötülük yapmaktan utanmazlarmış. Çünkü o zaman insanın nasıl biri olduğunu ne çocukları bilirmiş ne de çocuklarının çocukları.
Peki insan ne arkar yani ne arar?
Her beşer şu dünyaya geliş amacını arar durur. Kimi yüksek sesle duyar ve kabul eder yolunu bulur. Kimi kısık sesin peşinden koşar ha koşar yine yolunu bulur. Kimi yol üstünde doğar. Kimi yolun anlamını bilmez olur ama içi coşar. Kimi sese doğru gitmeyi reddeder. Ama bir şekilde herkes arar da arar. Aradığını bulmak ise insanın iradesinin üstüne Rabbimizin hidayetinin gelmesindendir. Ne demişler “Aramakla bulunmaz ama bulanlar hep arayanlardır.” ya da “Yürümekle varılmaz ama varanlar hep yürüyenlerdir.”
Ebeveynlerinizin oldukları kişiden farklı olacaklarını beklememeniz önemlidir, değişim sizin içinizde gerçekleşecektir. İlişki dinamikleri aynı kalabilir ancak sizin bakış açınız farklı olacaktır. Bu, hiç düşünmeden kendinizi hareket halindeki bir trenin önüne atmak değildir; bu daha çok yolculuğunuz için en iyi rota seçmekle ilgilidir.
Derinden bir nefes aldım. Zannettim ki derin soluk alınca ecik rahatlarım. Yok, öyle olmuyormuş. Derine daldıkça boğuluyorum. İşte o an sesim çıkmadı ama gözümden iki damla yaş geldi. Benim bir türlü anlatamadığımı iki damla yaş anlattı.
Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla, çevremizle, çevremizdekilere karşı davranışımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. Mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor.
Dünya hali aciptir! Bedbahtı servet ü sâman bahtiyar edemiyor, mesudu da fakr u fâka korkutamıyor. Saadet-i zevciyet hazain-i cihan ile de satın alınmaz. Çünkü o bir hediye-i ilahiyedir. Çünkü o bir nimet-i maneviyedir.