yıllar ilerledikçe ellerimiz daha az çevirir oldu üzerinde binlerde dünya barındıran sarı yaprakları. Üzüntü ve yine bi hevesle bu yıl için hedefim 20 kitap.
Şiir severler zaten bilirler ki her vakitte her şiir okunmaz. Duygusal yönümün sevgi/aşk kısmının ağır bastığı bir dönemde açtım kitabın kapağını. Çok sevdiğim bir arkadaşımdan "sanki seninle sohbet ediyormuş gibiyim, sana çok benzettim" cümleleri ile hediye almış olduğum bu kitap daha da bir merak uyandırdı. Eh, zaten aşk yönüm ağır basıyor ayrılıklar ve hüzün ile dolmuşum bundan daha doğru bir zaman bilmiyorum ben Birhan Keskin okumak için. Hissettim, hissettirdi ve gerçekten de buldum yaşanmışlık saklı kelimeler arasında kendimi... Bir şiir kitabı nasıl incelenir pek bilmem ama diyeceklerim bu kadar gibi. (bulunduğu ekolü bilmemekle birlikte sürrealist bir hava sezinledim, kapalı olmayan bir dil -çok değil en azından- okumayı daha da kolaylaştırıyor.) Unutmadan ekleyeyim ki tekrar sorgulattırdı bazı konularda beni: Nedir bu sanat? Neden böyle hissettirir? Nasıl üretir nasıl değerlendiririz? vb.
Kısacası hem sorguladım hem okudum hem hissettim. Hislerinize güveniyorsanız Birhan Hanım da size güveniyor, buyurun başlayın.
“Her millet idare makinesinin başına büyük veya önemsiz adamları geçirir. Bunlardan birinin iş başına gelmesi milletin manevi seviyesine ve haline tabidir.”
“Bütün bu insanların içlerinde, eksilen, yok olan, yiten bir şey vardı. Balonlarla birlikte uçup giden bir şey. Tek balon kalmamıştı kentte. Hepsi uçup gidiyordu. Bütün o insanlar, o uçup giden yok olan şeyin ne olduğunu anlamaya başlamışlardı şimdi. Yüzlerce balonun taşıdığı küçük çocuk, masmavi aydınlık bir gökyüzünde, küçücük bir nokta gibi kalmıştı. Daha aydınlık, daha mavi başka bir dünyanın yolcusuydular artık. Gökyüzünde küçüldüler, küçüldüler. Sonunda görünmez oldular.”
“Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Akibet, uzun yaşın ucu ölüm, sonu ayrılık”