Sinema üzerine videolar çeken içerik üreticisi. Elektrik/Elektronik Mühendisliği okuyan üniversite öğrencisi. Bilim-Kurgu, Edebiyat hayranı kitap okuru.
2023 yılından itibaren okuduğum kitapları ekliyorum.
İlkokulda 'Harry Potter', ortaokulda 'Sherlock Holmes' ile 'Açlık Oyunları', lisede 'Yüzüklerin Efendisi' ve son olarak üniversitedeyse 'Dune' serisi beni derinden etkilemişti. Öylesine sürükleyici anlatılara sahip hikayelere gömülmüştüm ki, kitabın günlerce elimden düşmediği zamanlar olmuştu.
Günün birinde yeraltında çürüyen bir adam yatardı. Benliğine sert davranan bu amansız, zihnindeki uğultunun girdabında yitmeye mahkum birisidir. Kendisiyle sürekli çelişen bu yalnızın memnuniyetsizlikleri son bulmasa da, muvaffak olduğu sayılı uğraşlardan birisi kalemidir. Hastalığından, ne kadar itici ve aşağılık birisi olduğundan belagatle
Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir; olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.
Hayatın birçok noktasında karşımıza çıkan insanlardan kimisi gözümüzde atıl veya itici bireyler olarak durabilir. Bu durumda intibaksız doğalarına sebep aramaktansa, kendimizi o kişilerden izole etmeyi amaçlarız. Oysaki bu insanların mizantropik tavrı, görünmez yaralarının bir yansıması olabilir. Kitabın kahramanı Holden'da bu bireylerden
Erkek olan Stefan Zweig, kadınları nasıl bu kadar inanılası bir biçimde tasvir ediyor... halen anlamış değilim. Korku, eşini aldatan bir kadının yakalanmasına ramak kala kaçınılmaz olan yüzleşmeden defaatle sıyrıldığı sancılı bir serüveni konu alıyor. Zweig'in cümle kalıpları öylesine akıcı ki, kahramanımızla birlikte soluğumuzu tuttuğumuz oluyor. Hatta bir noktadan sonra kendisiyle öylesine empati kurdum ki, suçu işleyen kişi kendisi olmasına rağmen çektiği acıdan ötürü masum olarak görmekten başka çarem kalmadı.
Yetmiş sayfalık kısa ve sağlam bir anlatıydı. Bu yıl okuduğum en iyi eserlerden birisi olabilir.
Arrival'ın aslında bir kitap adaptasyonu olduğunu öğrendiğimde, derhal eserin yazarının diğer çalışmalarını keşfetmeye atıldım. Filmin uyarlandığı kitap olan 'Geliş' haricinde en çok gözüme çarpan parça 'Nefes' oldu. İlk bölümü bitirene kadar kitabın antoloji ürünü olduğundan bihaberdim. Açıkçası hikayelerin hiçbirisini beğenmedim. Okumamın üzerinden aylar geçmesine rağmen eleştiriyi yazmaya ancak şimdi elim vardı çünkü kanımca oldukça sıkıcı ve bayat bir anlatıydı.
Chiang her öyküsünde oluşturduğu dünyanın terminolojisine öylesine odaklanıyor ki, ortadaki hikaye bir noktadan sonra etkisini yitiriyor. Afili bilimsel terimler kullanma pahasına kimi zaman basit durumlar sayfalar sürüyor. 'Simyacının Kapısı ve Tacir' ile 'Nefes' yine fena değildi, okurken benliğinizi sorgulamanıza zemin sunan olguları işlemiş fakat geri kalanı... hele ki sanal hayvanları içeren hikaye... tüm çabalarıma rağmen kitabı bir türlü kabullenemedim. Üzgünüm Chiang, kalemin okuma zevkimle pek uyuşmuyormuş.
Bir zamanlar zamansız eserlere imza atan bir zihnin; çocukluğun masumiyetini üzerinden silkememişken maruz kaldığı eziyete ışık tutuyor 'Babaya Mektup'. Başta 'Dönüşüm' olmak üzere yapıtlarıyla dünya edebiyatına paha biçilemez katkılarda bulunmuş Kafka, küçükken görüp geçirdiği fakat yıllar boyunca bir türlü söylemeye cesaret
Orwell'in 1984'ü ve Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sından sonra; bilim-kurgu tarihinin en unutulmaz üç distopik evrenini, Bradbury'nin Fahrenheit 451'i ile tamamlamış oldum. Hele ki yalnızca ülkemizde değil; dünya çapındaki tüm toplumların devlet ile arasındaki soğuk, onulmaz ilişkisini göz önünde bulunduracak olursak,