Kalın bir kitap. Ama okumaya öyle bir kaptırıyor ki insan kendini nasıl bitirdiğini farketmiyor. Bu açıklamayı önceden yapayım malum bir önyargı var insanlarda kalın kitaplara karşı.
İçeriğine gelirsek okuyan herkesin romandaki kahramanların biriyle kendini bir şekilde eşleştirdiğini düşünüyorum. Kimimiz Prens gibi bir Budala, kimimiz Nastasya gibi deli ve tutkulu, kimimiz Aglaya gibi içine kapanık, utangaç vs.'yizdir. Duygularımızı anlatmada ya sessizizdir ya da ortalığı birbirine karıştırırız çığlıklarımızla.
Romanda prense hem bir budala muamelesi yapıp hem de ondan vazgeçememeleri günümüz insanlarını hatırlattı. Bir günah keçisi olur her daim yanımızda bir olay mı oldu. Biri bir şey mi dedi at suçu günah keçisine rahatla. Ama bir yandan da ayıramayız o günah keçisini yanımızdan. Çükü onun o mazlum haline ihtiyacımız vardır. Sakinliğine dinginliğine sığınırız. En ufak bir fırtınada onun yanında güvende hissederiz. Ketum olduğunu bildiğimiz için ona anlatırız derdimizi çünkü biliriz ki bizi dinler yardım eder yanımızda bulunur. Hakaret etmez, git başımdan demez, kimseye anlatmaz, usulca dinler usulca da elinden geleni yapar.
Kişi tahlilleri o kadar başarılı ki Suç ve Cezadan sonra okunacak ikinci kitap bu olmalı bence. Bizde nasıl ki Peyami Safa, Sabahattin Ali gibi ünlü yazarlar özel ve önemliyse kişi analizlerinde, psikolojik romanlarda, aşkın ruhsal halini anlatmada Rus edebiyatında da kesinlikle Dostoyevski o derece başarılı.
Başta söylediğimi tekrar söylüyorum. Ben 779 sayfayı nasıl okuyacağım diyip okumamazlık yapmayın.