Kitabı okurken o bozkılarda ben de olmak istedim. O uçsuz bucaksız toprağın gökyüzüyle olan bütünlüğüne ve demir yollarının sessizliğinde kaybolup gitmek isterdim. Yedigey’in iyi kalpliliğiyle, işine ve toprağına olan aşkına tanık olmak, eşi ve çocuklarıyla birlikte aynı sofraya oturmayı isterdim. Kazangap gibi güzel arkadaşlıklar kurmak, hayatta kan bağından öte olan kardeşliklerin varlığına inanmak isterdim. Abutalip gibi çocuklarına ve memleketine fayda sağlayacak, hayatını buna adayacak öğretmenlerle olmak isterdim. Bu hayatta insanların düşüncelerini paylaşmak adına ölmemelerini dilerdim. Yaşamımızın dar kalıplara sığdırılmaya çalışılarak, ulaşabileceğimiz yeni keşiflere açık olmamızı dilerdim.
Bu kitapla birlikte bir çok istek ve dilekte bulunduğumu söylemek isterim. Anlatımı, sürükleyiciği ve sadeliğiyle sizi öyle güzel alıp götürüyor ki, o mezarlık yolculuğunda hatırlanan anıların içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Sarı-Özbek istasyonundan yapılan her yolculukta yanlarında oluyorsunuz. Yedigey’in o güzel kalbinden, umutlarından, aşkından, davasından nasıl vazgeçemediğine şahit oluyorsunuz. Hepsinin sonunda ise bir kitaptan çok daha fazlasını okuduğunuzu hissediyorsunuz. Aytmatov’un kalemi iyi ki var.
Yorumumda son olarak dilerim ki herkesin hayatında Yedigey, Kazangap ve Abutalip gibi güzel dostluklar ve Ukubala ve Zarife gibi iyi kalpli kadınlar olsun. "bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir, gider gelirdi..."