saliha köksal

saliha köksal
@salihakoksal
üniversite
14 okur puanı
Temmuz 2018 tarihinde katıldı
“hayat, nasıl iki kutbun arasında çalışıyordu? bir tarafta insan için bir yığın yükseltici şey, öbür tarafta da sanki bu yükseltici şeylerle aramızı kesmek, bizi onlardan ayırmak isteyen küçük endişeler, hesaplar, bedava düşmanlıklar vardı.”
Sayfa 150Kitabı okudu
Reklam
“Uzun bir günün hatta akşamın ardından insanın yalnız başına kalıp, kendi koltuğuna oturup kendisi olabilmesi, yıllar süren uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra yolcunun kendi evine dönmesine benziyor.”
Sayfa 197
gürbilek, ev’den söz ediyor:
“ömür boyu bize eşlik eden mutluluk imgelerimizin olduğu kadar, kurtulmak için hep çaba harcayacağımız korkularımızın, dağıtmak için her yolu denediğimiz iç sıkıntımızın da kaynağı, kaynağı değilse bile ilk sahnesi burası.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“hayata sığmak kolay değil, elin kolun sığsa tuttukların sığmıyor, ayakların girse hayallerin girmiyor, belin dönse gözün arkada kalıyor, hep bir darlık, darlık, sıkışma, sonra da bakılıyor ki, insan gire gire daha giriş kapısında durmuş, orayı da tıkamış, ötesi bomboş, yiğitsen ilerle.”
Sayfa 189Kitabı okudu
“sevmeyi öğrenen kadınlar, ataerkil statükoya karşı en büyük tehdittir.”
Reklam
“bir bahçedeyim. bir bahçenin anısının içindeyim. ılık ıslak bir ölüm kederi, bir bahçeye kapanmış ömür sınırı, bir hortum gibi kıvrılarak yutarken beni, ağzımdan bir atmaca yüzümü yırtarak, kanatlarını kanatarak!”
Sayfa 18 - MetisKitabı okudu
“çocukluğumun son baharı soğuk ve rüzgarlı. tadı toz gibi, kokusu acı bir ayrılışı ve değişimi andırıyor.”
“kendi gözlerime yakalanırım korkusu. incelmiş duvarların arasında içimdeki sızıyı büyütürken üşümüşüm. kim umursar bunu? lambanın titrek, cızırtılı ışığında düşünceler ürüyor. soluduğum hava değil, tozuyan aklım.”
Sayfa 112Kitabı okudu
“ben var ya her şeyin dudağını bulabiliyorum öpmek için. taşın bile dudağını bulabiliyorum. seninkini bir türlü bulamıyorum”
Sayfa 30 - MetisKitabı okudu
Reklam
“kimseden sevgi dilenme. dilencilere kıymetli bir şeyini vermez hiç kimse.”
“hepimiz tiryakisi olmuşuz bu iyileştirme öyküsünün, o kadar ki, en derin gerçeklik hissimize bile el koymuş. romanları bile zehirlemiş, ama belki romanlar da şimdi gerisingeri bizi zehirliyor, böylece kitaplarımızdan beklediğimiz şeyleri sonunda hayatlarımızdan da bekler olduk; ama hayatı bir ilerleme olarak algılamak artık hiç istemediğim bir şey.”
"Hiç olmazsa bir kerecik "gözüm" diyerek sevsen beni, alnında bir yere koysan billur cismimi, bir sürü çerçeveler bulsak seninle, yağmalamadan muhafaza etsek şeyleri, itham ve iltifat etmeden sonsuzluğunu bulsak saliselerin; alelade ya da özel, kaba ya da zarif bütün nitelikleri düzlesek, baktığımız yerde göremediğimiz bir şey de olduğunu itiraf edip sussak birlikte, bu ağzı sıkılıkla hiç övünmesek, ne güzel olurdu. Yeter ki iste sana feda olsun gözüm."
bende kaybolma isteği vardır. küçükken başımı alır alır giderdim. yine de fazla uzaklaşmazdım tabii. kaybolayım, sonsuzluğu hissedeyim diye. ama asıl istediğim aranmak, bulunmak, neden böyle bir şey yaptığımın, neden yalnız kalmak istedigimin sorulmasıydı. bana hiçbir şey sorulmadı; hiçbir şey elde edemedim; ta ki bir gün canıma tak edip, evden epey uzaklaşana dek. beni aramaya kimse çıkmadı. kendi başıma, yorgun ayaklarım, koca ahmaklığım ve bulutlar gibi yükselen hayal kırıklığımla eve dönebildiğimde, akşam yemeği bitmişti.
anı diyorum ya; benim hiç anım yok. gerçekten yok. olmalı mı? şart mı? bir şey uyduramaz mıyız? evet, hiç anım yok, hiçbir şey hatırlamıyorum. hatırladığım bir iki süprüntü ise beni utandırmaktan başka işe yaramaz. "be adam - bunca yıl yaşadın; anlata anlata bunu mu anlatıyorsun, böyle bir şeyi nasıl yaşadın, insanlık hali, nasıl unutmadın?" niye unutayım ki? unutamamak değil, unutmaktır acı olan.