Kanun kitabı şöyle başlıyor:
"Dünya yaratıldıktan sonra Tanrı An ve Tanrı Enlil, Ur Krallığı'nı Ay Tanrısı Nanna'ya verdi. Bir gün Urnammu, Ur'da Tanrı temsil cisi olarak seçildi. O, sınır komşusu Lagaş ile savaş yaptı ve onun valisi Namhani'yi Tanrı Nanna'nın gücü ile öldürdü. (Bu Namhani, Gudea'dan sonra Lagaş'ı yöneten son vali olmuş. Ama Gutilerle birleşerek Sumerliliğe karşı çıkmış...) Ur'un sınırını eski haline getirdi. Uzunluk ve ağırlık ölçülerini namuslu ve değişmez yaptı. Öksüzü, yetimi zengine ezdirmedi. Dulu, güçlünün eline bırakma dı. .. Yoksulu, zenginin eline düşürmedi."
Sumerler, Kenger isimli bir Türk boyuna mensupturlar ve dilleri kök bir Türkçedir. Astronomi ve matematikle çok ilgili,bu alanlarda çok bilgilidirler. Sulama kanalları açarak çölden tarım alanı yaratmayı becermişlerdir. Özgün çalgı aletleri ve sıkı uyguladıkları müzikal makamları vardır. Kendilerini yazı ile ifade etmiş ve geriye kayıtlar bırakmışlardır. Bu özelliklerinin üzerine bir kütüphane kurmuş olmaları da pek şaşırtıcı değildir. Eğitime çok önem vermiş, kadın-erkek eşitliğini toplumsal hayatlarının merkezine koymuş, sağlam bir hukuk sistemine sahip bir topluluktur.
Adak kavramı var ama bunu hayvan kesme şeklinde yapmıyorlar. Adak için mabette süt dağıtıyorlar. Anadolu'nun da her köşesinde kutsal sayılan dağlık alanlarda kayalara yapılmış sunak oyukları vardır. Doğaya en az zararı verecek şekilde yaşamaya çalışıyorlar. Burada hem Tanrı kokusu var hem de eski Türk inanışlarının temeli olan sevgi olgusu var. Öyle ki yürürken otları ezmemek için çarıkların burnunu yukarı doğru bakacak şekilde yapmışlar. İnanış böyle; otu seveceksin, ağacı seveceksin, hayvanı seveceksin. Hiçbir şeye zarar vermeyeceksin. İşte böyle olduğunda Tanrı da sana her istediğini verir. Sumerlerin tanrısı, sevecen olmayanlara yardım etmiyor. Bu "yaşam tarzı" diyelim, günümüz Anadolu Aleviliğinin de temeli ve kökeni. Tören görevlileri on iki kişi ve neredeyse görevleri aynı. Bağlama var, şiir var. Tepeden inme değil, manevi bir olgunluk ve doğayla uyuma özen sayesinde gelişmiş bir anlayış, inanç ve yaşam tarzı bu.
MÖ 3000 yılında Sümerlerin neler düşündüklerini, neler hissettikle- rini öğrenmeyi uman kişi hayal kırıklığına uğrayacaktır. İlk Sümer metinleri saray ve tapınak bürokratlarının, içinde en küçük bir duygu bulunmayan hesap tutanaklarıdır. Uruk şehrine ait, bilinen en eski Sümer arşivlerindeki tabletlerin aşağı yukarı yüzde doksanı katiplerin tuttukları, mallara yatırılmış paraların,işçilere dağıtılmış tayının, dağıtılan tarım ürünlerinin miktarını gösteren kayıtlardır. Ancak Sümerler daha sonra, logogramların ötesinde sesçil yazıya geçtikleri zaman propaganda ve efsane gibi düzyazı metinler yazılmaya başlandı.
Mısır hiyeroglifinin kullanıldığı en eski belgeler dinsel propaganda, devlet propagandası, bürokratik hesap tutanakları niteliğindeydi. Günümüze kadar ulaşmış yazılı Maya belgeleri de aynı şekilde propagandaya, kralların doğumlarına, tahta çıkışlarına, zaferlerine, rahiplerin yıldızlarla ilgili gözlemlerine ayrılmıştı.
MÖ 740 dolaylarında bir Yunan vazosunun üzerine çiziktirilmiş, günümüze kadar ulaşmış ve Yunan alfabesiyle yazılmış olan ilk yazı örneği bir dans yarışmasını duyuran şiir dizesidir: "Dansçıların en kıvrağı kimse o kazanacak bu vazoyu."
Ayrıntılarıyla araştırıp ortaya çıkarabildiğimiz bağımsız icat olarak tarihin en eski yazı sistemi, Sümer çiviyazısıdır . Bu yazı icat edilmeden önce Bereketli Hilal'in bazı köylerinde çiftçilikle uğraşan insanlar yüzlerce yıldır, koyunların sayısının ve tahıl miktarının hesabını tutmak gibi amaçlarla kilden yapılma, çeşitli basit biçimlerde sikkeler kullanıyorlardı. MÖ 3000'den önceki son yüzyıllarda muhasebe yöntemindeki, genel biçim ve işaretlerindeki gelişmeler ilk yazı sisteminin yolunu açtı.
ÇOK ÇOK ESKİ ZAMANLARDA, NEREDEYSE BÜTÜN HALKLAR ARASINDA İLK HAKİM OLAN KÜLTLER GÜNEŞ VE AY KÜLTLERİYDİ: DRUİDLER, ÇİNLİLER, AZTEKLER, MISIRLILAR, JAPONLAR, MALAYLAR, PERSLER, HİNDULAR, ASURLULAR, SÜMERLER VS.
"Gılgamış Destanı", dünyanın en eski edebi eserlerinden biri olarak kabul edilen ve Mezopotamya kültüründe büyük bir öneme sahip olan bir destandır. Yaklaşık 4.000 yıl öncesine dayanan bu destan, Sümerler tarafından yazılmış olup zamanla Babil ve Asur kültürlerinde de benimsenmiştir. Destan, Uruk kralı Gılgamış'ın maceralarını ve arayışlarını konu alırken, aynı zamanda insanlık tarihindeki temel soruları ve değerleri ele almaktadır.
"Gılgamış Destanı", kahraman Gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışını ve en yakın arkadaşı Enkidu'nun ölümüyle başlayan içsel bir yolculuğunu anlatır. Gılgamış, ölüm korkusunu ve ölümsüzlüğü arayışını sorgularken, insanın doğası, yaşamın anlamı, arkadaşlık, bilgelik, güç ve adalet gibi evrensel konuları da ele alır.
Destanın dili ve anlatımı, döneminin özelliklerine uygun olarak mitolojik ve epik bir nitelik taşır. İnançlar, tanrılar ve sembollerle dolu olan destan, Mezopotamya kültürünün zenginliğini ve insanın evrenle olan ilişkisini gösterir.
"Gılgamış Destanı", insanlığın ortak kültürel miraslarından biri olup, edebiyat tarihindeki önemli bir yerini korur. İçerdiği evrensel temalar ve derin anlamlar sayesinde günümüzde bile okuyuculara ilham vermeye devam etmektedir.
Gılgamış DestanıAnonim · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20215bin okunma
Tartışmaya yer bırakmayacak şekilde yazının bağımsız olarak icat edildiği iki yer vardı, biri Mezopotamya, öteki Meksika; Mezopotamya'da Sümerler MÖ 3000 yılında, Meksika yerlileriyse MÖ 600 yılında icat etmişlerdi.
Zecheria stichin'in bu eseri birşeyler bilmek isteyen bu hayata neden geldiğini ve nereye gitmesi gerektigini ve daha da doğrusu bu hayatın nerden nasıl geldiğini merak edenlerin okuması gereken bir kitap ..
Tarih sosyoloji mitoloji teoloji birazda bilimsel araştırmaların serpistirildigi bı kitap ..
Okurken ilk başta Sümer medeniyetini anlatıp insanlığın kökeninin sümer medeniyetinden başladığını bulgularla gösteriyor sonrasında diğer bütün din ve medeniyetinlerin Sümerlerin kopyası olduğunu da gösteriyor , ben Sümer medeniyetini merak ettiğim iicin biraz okuyayım dedim sonra da devamı geldi okumanin Sümerler ne kadar bu kadar akıllı diye düşünürken okudukça anlıyoruz sebeplerini ...
Kitabı bitirirken bir Yaratıcı olduğuna bütün kalbinizle inanıyorsunuz eğer sonuna kadar gelebilirseniz ..
Keyifli okumalar dilerim..
12. GezegenZecharia Sitchin · Ruh ve Madde Yayınları · 2012368 okunma
Ka Hulu olarak adlandırılan tablette şadurre pada anşe numunkuşam/ "rahmi görevini yapmayan kadın, dul bir eşektir." şeklinde geçen ifade kadının en temel görevlerinden birinin çocuk yapmak olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.
Sözleşmeyi size de yazmadan geçemeyeceğim: "Nanna'nın oğlu Ludingirra, Kakua'nın kızı Navirtum'u karılığa aldı. Navirtum, 19 gin gümüşü kocası Ludingirra'ya verdi. Eğer kocası ona 'sen benim karım değilsin' derse, aldığı gümüşü ve iki katını karısına verecek. Eğer Navirtum koca sından ayrılmak isterse, getirdiği gümüş kocasında kalacak, ayrıca onun iki katı gümüşü de verecek" diye kralın adına yemin edildi ve tanıkların adları ile birlikte bütün sözleşme yazılarak mühürler basıldı.
Nuh (Nóah) Tufan: Musevilik, Hristiyanlık ve İslâm ile birlikte tüm Dünya’nın ortak bir inancı hâline dönüşmüştür. Birçok millette kabul görse de tufanın "küreselliği", "Tufan suyunun seviyesi" ve "Nuh'un Gemisi'nin oturduğu dağ" hep tartışma konusu olmuş ve gerçekliği sorgulanmıştır. Milletlerce kabul gören
"Ayette diyor ki: “Doğrusu Allah’a göre ayların sayısı, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısına uygun olarak on ikidir...” (Tevbe 36)
Oysa ayların sayısı Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısıyla birlikte değil, eski Sümerler, Akadlar ve Mısırlıların belirlemesinden veya Antik Roma döneminde dört aydan 12 aya çıkartılmasından beri 12’dir. Julius Sezar’a gelene kadar Romalılar bir yılı dört ay kabul ederlerdi. Ancak Sezar döneminde bu yetersiz görüldü ve ayların sayısı 12’ye çıkartıldı. Sezar’ın doğduğu aya da July (julius) ismi verildi. Yani ayların 12 olmasına Allah değil, insanlar karar verdi.
Medeniyetlerin merkezi kutuplar olsaydı, aylarca güneşin batmadığı veya doğmadığı bir dünyada ayların sayısı 12 mi olurdu? Gün diye bir kavram olur muydu?"
Yazılarının şiire uygun olmaması Sümerler için sorun değildi. Yazıyı konuşma dilini kaydetmek için değil, konuşmanın yetmediği durumlar için icat etmişlerdi.