Ben işsizim, o müteahhit. Ben fakir bi aileden gelmişim, o zengin bir aileden. Ama benim okumuşluğum varmış da onun yokmuş; kimin umurunda? O, işini biliyor, ben bilmiyorum.
Kilisedeyken her tarafın birinci sınıf on dört cenazeninkine eş değer çiçeklerle süslendiğini hesaplamıştı. Onun bu kesin hesabı yıllar boyu peşimi bırakmayacaktı, çünkü Santiago Nasar, kendi düşüncesine göre, kapalı yerlerdeki çiçeklerin ölümle yakından bir ilişkisi olduğunu sık sık söylerdi bana, o gün de tapınağa giderken aynı şeyi söylemişti. "Cenazemde çiçek istemem ha," demişti bana, ertesi gün oraya çiçek konmaması işiyle benim uğraşacağımı aklına bile getirmeden.
"En güzel, en tatlı günlerin, çok şahane veya harika veya heyecanlı bir şeylerin olduğu günler değil, tıpkı ipe dizili inci tanelerinin çözülüp ipten düşmesi gibi yumuşacık, birbirini izleyen, küçük keyifler getiren günler olduğuna inanıyorum."
Canan olduğunu en son aldığı vişne rengi basma elbisesinden, hayır, yalnız ondan değil, yürüyüşünden, duruşundan, inceliğinden, zerafetinden, hayır, kalbimin atışından anladım.