Kitabı okuduktan sonra düşündüm de; ne çok şeyi hiç yapmamışım, eksik bırakmışım isteklerimi şu hayatta. Hiç yağmurda sırılsıklam olana dek adım atmamışım bir şarkı mırıldanıp dans edercesine sokaklarda. Hiç " boşver" deyip düşüşüme gülerek insanları umursamadan kalkamamışım düştüğüm ve ayıplandığım o yerlerden. Hep bir tedirginlik hep bir özveri disiplininde ezberletilmiş zoraki kurallar. Kimseye meydan okumamışım mesela bağıra çağıra. "Bir baksana bana bir bak durun ne yapıyorsunuz haksızlık bu yaptığınız" diyememişim. Niye mi? Diyememişim işte susmuşum.. “Ben böyleyim” diyememişim. Ne çok şeyi es geçmiş hiç yapmamışım hayatta. Alıp başımı gidememişim mesela bir dağ başına, sırtımda bir çanta ve o dağlardan bağıramamışım " ben güçlüyüm, korkmuyorum kimseden" diyerek tüm insanlara. Ama bir kere bile geç kalamamışım mesela hiçbir buluşmaya. Üzüntüye, mecburiyete veda edememiş, ne çok şeyi hiç yapmamış olsam da kendim olmayı başaramamışım mesela.
Romanda, "Yavuz Günay" adı ile adlandırılan Yılmaz Güney ve "Nilüfer" olarak tanımlanan Fatoş Güney’in aşkları, evlenmeleri birlikte omuz omuza verdikleri yaşam mücadelesi ve o zaman Türkiye'si anlatılıyor.
Okuduktan sonra ne çok şeyi yapamayıp hep yaptıklarımızın sorgusunu yapacağımız okunmaya değer bir eser.
youtube.com/watch?v=aPUMz-y...
Keyifli okumalar...
Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?