O aşk ateşini henüz tatmamıştı, Aşk hakkındaki bilgisi tamamiyle teorikti ve o aşkın bir şebnem, ya da durgun bir suyun yüzeyindeki minik dalgalar gibi yumuşak, hafif parıltılı bir alev ve bir yaz gecesinin kadife karanlığı gibi serin olduğunu düşünürdü. Aşkı daha çok sakin yumuşak bir yakınlık, göksel bir durgunluğa sahip çiçek kokulu loş bir atmosferde sevgiliye hizmet ediş diye düşünürdü. Ruth, aşkın ruhsal sarsıntılarını, kavurucu sıcaklığını ve bu sıcaklığın geride bıraktığı işe yaramaz küllerin getirdiği üzüntüleri aklından bile geçirmezdi.
"Cennetteki azizler için saflıktan temizlikten başka bir şey düşünülebilir miydi? Onları yok etmeye lüzum yok. Ama ya çirkefin içindeki azizler. Ah, işte asıl harika olan, sonsuza değin kalacak olan şey buydu, Hayatı yaşanmaya değer kılan buydu işte. Çamurların içinden pislik çukurları içinden manevi bir haşmetin yükseldiğini görmek ne kadar güzeldi. Kendi kendini yükseltmek ve üzerinden çamur sızan gözlerle ilk defa belli belirsiz uzak bir güzelliği görmek; manevi zaaflar içinden, kolayca günaha düşen insan yaradılışı içinden, kötülük ve bütün canavarlıkların dipsiz kuyusu içinden kuvvetin,hakikatin ve Allah vergisi bir manevi üstünlüğün yükseldiğini görmek"