1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Doktorasını uluslararası iktisat alanında yaptı (Paris-Nanterre Üniversitesi, 1978). AÜSBF'deki öğretim üyeliği, 12 Eylül dönemi tutuklamalarıyla sona erdi. Üç yıl Mamak Cezaevi'nde kaldı. Bu kopukluk, ilgi alanı olarak dilin öne çıkması sonucunu verdi. Cezaevi sonrasında yaşamını çevirmenlik yaparak sürdürdü. Kuram ve Ludingirra dergilerinin kurucu ve editörleri arasında yer aldı. Sombahar dergisinde editörlük yaptı.
1996-2003 yılları arasında Akademi İstanbul'da ve Yeditepe Üniversitesi'nde Türkçe ve Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi. Çeşitli yazıları ve çevirileri var. Türkçe Sorunları Kılavuzu adlı kitabı Metis Yayınları arasında çıkmıştı (2000). Radikal gazetesinin haftalıkKitap ekinde Dil Meseleleri'ni yazmayı sürdürüyor.
Metis Yayınları'ndaki kitapları
Türkçe Sorunları Kılavuzu, 2000
Dilimiz, Dillerimiz, 2004
Yazarla Söyleşiler
■ "Toplumun durumu gibi, dilin durumu"
Ayşe Selamsız, Cumhuriyet Dergi, 10 Aralık 2000
■ "Eleştiri yapıtla konuşmadır"
Necmiye Alpay, Radikal Kitap Eki, 10 Ağustos 2007
Sorunlu örnek: "Adam başı ikişer kefil bulun."
"İkişer" sözcüğü "adam başı" anlamını zaten içerdiğinden, özel bir vurgulama amacı olmadıkça, yanı sıra "adam başı" demek gerekmiyor.
Öneri: ''Adam başı iki kefil bulun."
Ya da:
"İkişer kefil bulun."
"Zamana sahip olmak bizim işimizdir ve bunun sorumluluğunu tek başımıza taşırız." (Işık Ergüden, Metis Çeviri, No. 8, s. 79)
Buradaki, "Çocuğuna sahip ol, hanım!"daki gibi sahip olmak mı?
Galiba değil. Şöyle bir şey:
"Zamanı var etmek bizim işimizdir ve bunun sorumluluğunu tek başımıza taşırız."
Görüldüğü gibi "sahip" sorunu, Türkçedeki iyelik anlatım olanaklarına sırt çevirmeye yol açmış. Üstelik bizi "olmak" gibi Türkçeye
fazlaca yüklenen bir fiilden de kurtarmıyor. Kendi payıma, herhangi bir yararını göremiyorum. "Sahip" yaygınlığının başlıca nedeni, Batı dillerinin yukarıda sözünü ettiğim etkisi altında, kolaycılığa kaçılma-
si olmalı ("to have", "avoir", vb., okullarda "sahip olmak", "malik olmak" diye öğretilmiyor mu?). Acaba daha başka toplumsal kökenleri de var mı? Kapitalizmin, özel mülkiyetin, ruhları pençesine alması gibi?! Eski Afrika sömürge insanlarının, sömürgecilere "Sahip" diye seslenmelerini çağrıştırıyor.
"Dil her zaman öncelikle iktidarla ilgili bir şey olmuştur; sonra kültür ve öğrenimle." Ve Uriel Weinnreich'in ünlü sözünü alıntılıyor : " Dil, ordusu ve donanması olan bir lehçedir."
Hafif kambur, futbol ayak, ağır tempo, ağır kararlı, belki eli tespihli değil ama, bazen yumruklar sıkılı, alt düğmesi açık ceketi ve göze batmaz kravatlarıyla Kasımpaşalı abi havasının karizması en çok beden dilinden ve vaiz tonlamasından ileri geliyor. Kürsüde konuşurken hafif rüzgârlı bir ağaç gibi hareketlenip cümle sonlarında bir ağaç gibi yeniden sabitleniveriyor. Ağaç, anne simgesi; gölgesi, dalları budakları. Tonlaması yarı dua, yarı vaaz. Vurgular içeriği önemsizleştiriyor. Yalnızca cumalara ve bayram namazlarına katılanlar dahil, cami cemaatlerinin gayet aşina oldukları anlaşılmaz kutsal ezgili tonlamalar tv ekranlarından ve şimdi cep telefonlarından vaaz izleyenlerin bir tür dayanağı. Sırf dinlemek bile insanı günahlarından arınıp sevapları kazanma duygusuna, bir ruhsal haz noktasına taşıyagelmiştir. Tempo ağır, tonlama ağır, yerine göre yüksek ve yükselen, siyaseten bileyen, hem baba hem anne. Bazen tek elinin başparmakla desteklenip sivriltilmiş işaret parmağı, taktik mesajlar veriyor. El sallayarak veda ederken ya da tezahürata karşılık verirken başparmak kıvrılmış, mesaj stratejik.
Türkçenin inceliklerini anlamak, kelimelerin kullanım biçimlerine ve anlamlarına hakim olmak, ekfiili, eylemsileri, bağlaçları, adılları, noktalama işaretlerini ve dil bilgisel daha birçok şeyi hakkıyla öğrenmek için muazzam bir kitap...
Hocamız, pek çok karmaşık konuda, sorunlu cümleler üzerinden, öneri cümleler oluşturarak doğruyu bulduruyor. Üstelik diğer kitaplar gibi okuduktan sonra kaldırılacak bir eser de değil bu... Bir başvuru kaynağı olarak devamlı yanımızda bulunması gereken bir çalışma...
Özellikle yayınevlerinin editörleri, redaktörler bu ve bunun gibi kitaplardan devamlı istifade ediyorlar. Bir şeyler yazmaya çalışan herkesin ilk göz atması gereken çalışmalardan biri bu olmalı bence... Doğru Türkçenin rehberi niteliğindeki bu kitabı okumanızı, evinizde bulundurmanızı tavsiye ederim.
"Kitabı çok beğendim ve Türkçe okuma ve yazma çabasında olan herkese tavsiye ederim," dedikten sonra kitabın içeriğine bir göz atalım :
Kitapta başta Türkçe olmak üzere dünya dillerinin küreselleşme çağında İngilizce karşısındaki ikincil pozisyonundan, buna nelerin sebep olduğu ve bu hususta ne gibi çözümler üretilebileceğinden; Kürtçe'nin Türkiye'de ulus devlet paradigmasının bir sonucu olarak geri kalmasından ve bu hususta neler yapılabileceğinden; bazı sözcüklerin yanlış kullanımından ve birbirine karıştırılan sözcüklerden ; dil bilincinden; Türkçede büyük harf kullanımı, kesme işaretinin kullanımı, bileşik sözüklerin yazımı, bağlaç olan de ve adın durum eki olan -de'nin kullanımından; Türkçeye İngilizceden girmiş sözcüklerden; Türk Dil Kurumu gibi bir kurumun gerekip gerekmediğinden; Türkçede cinsiyetçilik örneklerinden ve argo sözlükleri, kısaltma sözlükleri, kökenbilim sözlükleri, edebiyat sözlükleri, felsefe sözlükleri gibi sözlüklerden söz edilmektedir.
İtiraf etmeliyim ki, kitabın handiyse bir ders kitabı olması hasebiyle okurken zaman zaman sıkıldım. Ama yine itiraf etmeliyim ki, bu kitabı okuma ve bitirme çabamın neticesinde anadilim hususunda büyük bir aydınlanma yaşadım. Anadilimi artık biraz daha doğru kullanabileceğimi düşünüyorum.
Necmiye Alpay'ın Dilimiz, Dillerimiz kitabı, eğer Türkçe'nin inceliklerini kavramak ve Türkçe üzerine teferruatlı düşünmek istiyorsanız tam bir başucu kitabı.
Herkese selamlar, kitaplarla kalın...
Yazının başında bekleyen kim, gitmeyen kim diye sormuştum. Bekleyen Kürtler, gitmeyen Türkler ya da daha doğrusu Türk solu. Alpay'ın temel tespitlerinden biri, Türk şiirinin, tarihsel zamandan epistemolojik olarak koptuğudur. Kitabın adı, tam da bu kopuş anına bir işaret. İşaret edilen iki durum söz konusudur. Birincisi, şairin olmakta olan zaman karşısındaki körlüğü ya da görme yetisinin kaybetmiş olması durumudur. Çünkü şair, zamanı oluş anında gören kişidir. İkincisi ve çünkü: “Bekledik gelmediniz” ya da “beklediler gitmedik” ifadeleri ve İzgören’in şiiri, kader birliğinin bölündüğünü dile getirir. Bir toplumu var eden temel öğelerden biri, o toplumda yaşayan insanların kader birliğidir. Bugün Türk şiirinin en öncelikli ve en acil problemidir bu durum.