Taklit, yani içinde doğulan toplumun, tarihin, geleneğin değerlerine körü körüne, sorgulamadan, seçmeden, itiraz etmeden, olduğu gibi uymak, meşru değildir. Kur’an, 23 sene boyunca böylesine katı muhafazakâr-mukallit bir (Hamiyyetu’l-cahiliyye) tutum ile mücadele ederek Müslümanlığı oluşturmuştur. Müslüman âlimlerin bir kısmı, bu gerçeği görüp taklidi “haram” olarak gördükleri halde; çoğunluğu, yeni dönemde kendilerinin mutlak hakikati yorum yolu ile (mezhep) ortaya koydukları zannı ile avama/halka taklidi meşru görmüşlerdir: “Avamın dini, mezhebidir.” Sünnîlik, Şiîlik ve Haricîlik, böylece Müslüman ahalinin “din”i olmuştur. Yani Cahiliye döneminin taklit ve katı muhafazakârlığına kısa sürede yeni bir teolojik ajanda ile geri dönülmüştür.
Bireyler, bireysel sorumluluk üstlenerek, düşünerek, vicdanlarını diri tutarak şuurlu bir şekilde ahlaki eylem tercihinde bulunmaktansa; yerleşik kanaatleri/inançları sürdürmeyi kolayca ve konformist olarak tercih ederler.
Nefretin, düşmanlığın karşıtı olarak “sevgi” bir pozitif erdemdir, yani iyidir. Yalnız, sevgi koşulsuz bir erdem değildir. Yani herkes ve her şey sevilmez. Nerede ve hangi koşullarda kimin sevileceği gibi şartlara bağlıdır. Bu hem ahlâkî anlamda, hem de psikolojik anlamda böyledir. Bir başka husus da, sevginin duygu ve düşünce kökenli bir erdem olması hasebiyle sübjektif oluşudur. İman gibi ilk bakışta görülemeyişidir, gizlenebilirliğidir. Neye iman edileceği önemli olduğu gibi, kimin, niçin sevileceği de önemlidir. Bütün erdemler(faziletler) duyguların ve yöneldiği kişilerin sınırlandırılmasından doğar. Koşulsuz erdem olmaz. Koşulsuz iman olmadığı gibi, koşulsuz sevgi de olmaz. Dolayısıyla, koşulsuz olarak sevgi, dava ve din konusu da olamaz, olmamalıdır. Koşulsuz sevginin dava/din haline getirilemeyeceğinin gerekçeleri şöyledir: 1. Her şey veya her davranış güzel ve iyi değildir. Her şey sevilirse insandaki beğeni ve estetik duygusu tahrip olmuş demektir. Her davranış sevilirse insandaki ahlâkî duygu ve kabiliyet tahrip olmuş demektir. 2. Erdemler insana onur ve haysiyet vererek onu hayvandan ayırır, erdemsiz insanların ve davranışların sevilmesi ve hoş görülmesi erdemleri yıktığı gibi, insanın haysiyet ve onurunun gelişmesi ve korunmasını da engeller.