Tanner sonunda neden dünyaya geldiğini anladı. Dünyaya bu kadını sevmek için gelmişti. Onu korumak, onu rahatlatmak için. Onunla gülmek, onunla ağlamak için. Onu sevmek için. Onu hep sevmek için.
“Rafe?” Sesi şarkı söyler gibiydi.
“Biz deli miyiz?”
“Evet ekselansları, bunun yüksek ihtimalle doğru olduğunu düşünüyorum.”
“Neyse en azından birlikte delirdik. Sorun yok.”
Ashurst Dükü ve Düşesi olarak o ve Rafe, balo ve kahvaltılara ev sahipliği yapacaklardı ve son derece sorumlu refakatçiler olacaklardı ama gece odalarına çekildiklerinde sadece Rafe ve Cahrlie’ydiler… Dost, sevgili, âşık, karı koca.
“Bana verebileceğin ne varsa ona ihtiyacım var,” dedi Rafe onun sesi kısılırken. Charlotte’ın eğer varsa sana bunu veremem, demesine mahal bırakmak istememişti. “Bana verebileceğin herhangi bir şeyle yetinirim.”
Yaşlar Charlotte’ın yanaklarından aşağı inmişti işte.
Tanrım, onu kollarının arasına almayı, öpmeyi ne kadar çok istiyordu. Ona sevginin fiziksel olarak paylaşılmasının korkunç olmanın aksine insanoğluna sunulan en güzel şey olduğunu kanıtlamak istiyordu.
Charlie’yi gerçekten seviyordu. Aslında bu yeni bir şey değildi, Charlie’yi hep sevmişti. O hep yaşamının bir parçası olmuştu ve bunu hep kabul etmişti, onu takip ederek canını sıktığı zamanlarda bile bu böyledi.
Amcasının ve kuzenlerinin ona yaşattıkları acının karşılığında ona bir şey borçlu muydu? Evet, elbette. Bir dük olarak, arkadaşı olarak ona karşı sorumlulukları vardı. O çocuğa ve şimdiki kadına. Evlilik Daughtry’lerin ona olan borcunu ödeyebilmek için sunulacak en mantıklı çözümdü.
Ama fazlası vardı. Çok daha fazlası. Bu… bu duygu, bu tuhaf, heyecan verici, korkutucu, beklenmedik duygu… bu onu arkadaşça sevmekten ve dostluğundan hoşlanmaktan çok öte bir durumdu.
Onun için savaşacaktı. Bir gün isterse tereddüt etmeden onun için ölecekti. Onun için ruhunu şeytana bile satardı.