“Kim hükmedecek, Tanrı mı yoksa insan mı?”
Bu soruyla başlar kitap. Hurafelerden ve bilimsel olmayan ön kabullerden insanlığı kurtardığı düşünülen Aydınlanma Felsefe’nin sanıldığı gibi mitlerden ve doğmalardan bağımsız olmadığı ikna edici örneklerle anlatılıyor. Mesela Rousseau’nun tavsiyesi üzere örnek alınan ‘tabiat’ güçlünün haklı olduğu, halk çoğunluğunun her şey demek olduğu, ırkçılığın doğal karşılandığı bir dünyanın kapılarını açmasının yanı sıra Tanrı yerine geçirilmiş olması neden daha rasyonel ve bilimsel olsun ki?
İnsanların egoizminin bağlarının çözüldüğü, kibir ve narsizminin setlerini yıkmak ‘özgürlük’, daha değerli olanlara karşı kıskançlığın ve daha güçlülerin toleransıyla elde edilen? ‘Eşitlik’, devlet gücünü elde tutanların gücünü onaylayan vatandaşlık gibi kavramlar inceleniyor. Bacon, Heidegger, Descartes ve Kafka gibi önemli kişiler sırası geldikçe sanık, şahit, davacı kimlikleriyle boy gösteriyor.
Biz diyor yazarımız, diğer adıyla Sidi Zeyd ‘Tanrı’yı, varlığımızın gerçek kaynağını arıyoruz.” Tüm iblisçe manipülasyonlara rağmen.