Derken, kulakların ani bir gümbürtüyle zonklayacak, aynı anda kadının yüzü titreyecek, elin titreyecek, dünya tepetaklak olacak. Önce tarifsiz bir ağrı, sonra baş dönmesi, korkunç susamışlık, ardından gelen korku ve sen dibe, neresi olduğunu bilmediğin bir dibe doğru çekilirken genç bir adam 'Elim, elim!' diye bağıracak. Bir kadın inleyecek, bir adam önünde duran cansız koluna bakacak inanmazlıkla, yaşlı bir adam başını ellerinin arasına alıp ağlayacak ve daha böyle nicesini, neleri neleri görmeden, bir sürü detayı seçmeden kaçacaksın. Öyle mi oldu Suna? Sesler, çığlıklar, bağırtılar, ağlamalar, şaşkınlıkla, içi boş bakışlar... Kan, kan, sıcak ve ekşi kokan - insan pis kokar, dışkı kokar , ekşi kokar- insan da yandığında tıpkı ızgarada cızırdayan bir hayvanın yanık eti gibi kokar. Kokular, inlemeler, ağlamalar, ağrılar, korkular, hepsi, her şey uzaklaşacak ; için boşalmış, nihayet büyük bir yükten kurtulmuşsun gibi...
Ve sen Suna, tanrıların unuttuğu, suspus olup geri çekildiği o mahşer yerinde bulutlara bakacak, iki bulutun üstleri puf, altları cetvelle çizilmiş dümdüz oluşları a şaşıracaksın ve sonra...