Türkler evlerine hiç önem vermezler, onlar için yağmurdan korunabilecek bir çatı altına sığınabilmek yeterlidir. Buna karşın cami, okul, imaret, mescit gibi yapıların çok görkemli olması için her türlü gayreti sarf ederler.
Mimar Sinan " Tezkiretü'l-Ebniyye" adlı eserinde gayrimüslimlerin Ayasofya'nın kubbesinin büyüklüğünden dolayı Müslümanların camilerini hakir görmeleri üzerine Edirne'deki Selimiye Camii'nin kubbesini daha geniş ve yüksek şekilde inşa ettiğini bildirmektedir.
100 Seyyahın Gözüyle Ayasofya
Birçok kaynak ve seyyahın notlarıyla ve üzerine Ayasofya’nın bazı tarihi olaylarının da gösterildiği bu eseri sıkılmadan okudum. Öncelikle Ayasofya hem hristiyanlık hem de müslümanlık için, insanlık tarihi için önemli bir yapı olduğundan, onunla ilgili bilgilenmek her zaman ilgi çekici geliyor.
Ayrıca seyyah okumaları da ne kadar bilimden ve kesin doğruluktan bazen uzak olsa da tarihte okunmayacak farklı detayların belirtildiği önemli eserler ortaya konuluyor. Bu kitap işlediği birçok kaynakla Ayasofya üzerine güzel bilgiler veriyor. Ben beğendim. Ayrıca kitabın içinde bahsedilen birkaç seyyahın da kitaplarını okuma hevesim oluştu.
Güzel bir kitap
1850 yılının sonbaharında İstanbul'da bulunan Gustave Flaubert de, "çirkin binalar karışımı, ağır minareler" olarak tarif ettiği Ayasofya'yı beğenmemiş, Sultan Ahmed ve Süleymaniye Camileri gibi yapılara hayran kalmıştır.
Seyyahların eserlerini zenginleştirmek ve daha geniş kitlelerce okunmasını sağlamak için efsanelere, ilginç hikayelere ve olağanüstü hadiselere çokça yer verdikleri bilinmektedir.
Ayasofya'nın müstesna yeri Osmanlı döneminde eksilmemiş hatta bir yönüyle öne çıkmıştır. Öyle ki her şeyden önce Ayasofya bir saray camisine dönüşmüştür. Nitekim Ayasofya için "saray camisi" tabirini kullanan Grelot, Ayasofya'nın Bizans döneminde aynı özelliği taşımadığı kanaatindedir.