“İçimde incinmiş bir çocuk ağıdı. Avuç avuç cam kırıkları göz bebeklerimde. Düşmemek için kendime tutunuyorum.” demiş Şükrü Erbaş. Benimse tutunacak bir ‘ben’ im yok. Her akşam üstü aynı düşünce zihnimde. Aynı senaryo baş rolde. Oynayıp oynayıp beğenmiyorum her seferinde. Gidişimde bir akşam üstüne denk gelecek, ufuktaki son güneş ışığına kurban edilecek tüm hayatım...
Elimi attığım herşeyin elimde kalmasını normalleştiren ve bunu ritülleştiren nedir acaba? Her mutsuzluktan sonra aydınlığa çıkacağımın umudunu yerle yeksan eden bir mutsuzluk daha. Hiç bi zaman gerçekleşmeyecek bi sürü hayal var, artık hepsinin canı cehenneme. Bu günden sonra artık sadece bir var olma savaşı benim ki.
Çocukluğum..
yarım yamalak, kolsuz, düğmesiz hırkam..
Yosun tutmuş, sarmaşıkların gölgesindeki pembe panjurlardan çok uzak, kuru dallarıyla, önce yapraklarını dökmüş ardından dallarını yitirmiş, kurak mevsimlerde göğsünde vaha saklayan çöl misali..