Hıristiyan birliğinin azimkâr savunucularından şair Lord Byron, “Türklerin eli iki kere ustadır; hem kılıncını insafsızca kullanmakta hem de yaraları sarmakta... Mağlup ettiği insanın gönlünü kazanmakta mahirdir bu millet. İtikatsız olduğunu düşündükleri kimseleri Avrupa'da pek çok örneğini gördüğümüz şekliyle ateşe atmamışlardır mesela, yan yana yaşamayı tercih etmişlerdir onlarla.”
Yüzü yıllar içinde değişse de, aynı hasretle seversiniz annenizi. Annenizi ve bahçedeki ceviz ağacına yaslanmış çocukluk evinizi özlemeye benzer sıla hasreti...
Tavrını güçten ve güçlüden yana koyan uluslararası hukuk, göç ve sığınmacılar söz konusu olduğunda, ciddi bir tıkanıklığı yaşıyor. Evrensel olduğu iddia edilen mahkemeler ve felsefeleri, sorularımıza cevap veremiyor, adaletsizliği giderek aşikârlaşıyor merkez ve kenar tanımlarının, kitleler nezdinde güvenini kaybediyor insancıl olması gereken ama olmayan hukuk.
Kovulmak, istenmemek, çıkartılmak, reddedilmek, önemsizleştirilmek, kayda değer bulunmamak, layık görülmemek, kabul edilmemek ne kadar da zordur. İnsanın sadece ellerini, gözlerini kanatmaz, ruhunu da kanatır....
Her zaman ortasında duramayız hayat selinin... İncinmeye çok açıktır öte yandan insan teni. Bazen hayatın kenarlarina intikal ettiğimiz vakitler olur...
“Hayatın kenarları’nda durduğumuz zamanlar olur.
Son pencere pervazından başımız dönerek baktığımızda aşağılara...
Oğlu İsmail Peygamber'e iki dağ arasında su ararken Hz. Hacer büyük ihtimalle böyleydi misal... Hayatın kenarlarında... Kızılderili beylerinden Mohikanların Sonuncusu da keza, son tüylerini bırakmadan evvel, hayatın kenarlarından bakıyordu aşağılara... Tüm soyu kılıçtan geçirildikten sonra hâlâ İspanyol prensesine âşık olduğu için mütemadiyen kendini suçlayarak ölmeyi dileyen Berberî Prensi İbni Sirac da... Altın kemeri her kazandığında Muhammed Ali de... Botları devrildiğinde Akdeniz'i bir karınca yuvasına çeviren Suriyeli göçmen çocuklar da... Kendi ülkesinde orkestra şefiyken şimdilerde huysuz bir şaire hizmetkârlık yapan Triana Trimolova da...
“Atlar alınlarında hayırla nakşolunmuştur” diyen Hz. Peygamber'in (sav) sırrı... Ki o atlar, Hz. Aişe’nin rivayetiyle, tıpkı kadınlar gibi, “dünyadan sevdirilenler” başlığındaydı...
Bir hicret hikâyesini en iyi anlayacak olan yine bir başka hicret hikâyesi değil midir?.. Gözden çıkartılmışlara has birbirini anlayıveriş, reddedilmişlere, kıymeti bilinmemişlere, değer biçilmemişlere, nefes alıp verişleri bile çok görülenlere, yerinden yurdundan edilerek yersiz yurtsuz kılınmışlara has o birbirini tanıyış...