Tartışmaların manasızlığını arttırarak uzadığı anlarda salondaki en yaşlı amca yüksek bir sesle söze girdi: "Her birinizi şu yamuk çay kazanına sokar, demleye demleye sikerim!!"
"İşin özeti, insanlar yıkamayacaklarını anladıkları bir duvar gördüklerinde ona çarparak ezilmesinler, o duvarı süslesinler, boyasınlar, o duvara yaslanıp uyusunlar istiyordu."
Fedakarlık, duyarlılık ve anlayış, artık ancak bir katili tasvir edebilir. Elimden gelse tüm insanlığın iyi niyetini üzerinden söker, onu sokak ortasında çırılçıplak bırakırdım. Unutmayın, bizi bu tünellerde süründüren onların fedakarlığı, duyarlılığıydı. Onların anlayışla yüzümüze gülen gözleriydi. Güzel hislerinizi bile sahiplendiler ve sizden korudular. İçinizdeki öfkeyle,çirkinlikle başbaşa bıraktılar sizi. Kendinizden utanmalıydınız. Varlığınız dinmeyen bir ağrı olmalıydı ki şefkatle kapınızı çalıp acılarınıza son verebilsinler. Yeni yüzler satılmalıydı sizin için, ki son bulsun yüreğinizdeki sevgisizlik.Birlikte yaşayan düşmanlara dönüştürüldünüz. Fakat iyilik savaşmayı da yasaklamıştı. Bu yoksunluk insan icadıdır.
Birbirlerinin gözlerine baka baka kurudular bir müddet, zayıflayıp çirkinleştiler. Bir süre, bu gidişatın birbirlerinden tiksinecekleri bir noktaya varacağını düşünüp endişeye kapılsalar da çok geçmeden anladılar. Kaliteli bir sevginin tesiri altındaydılar. Neydi yani o kadar abartılan mutsuzluk. Onları hep beğenmeye, sevmeye,katlanmaya zorlayan şey, gerçekten yaşamak için lazım olan mıydı? Bunun ne denli büyük bir oyun olduğunu anlamak zor değildi. Gerçekten güzel ve yaşatan bir sevgi vardı. Yaşadıkça birikiyordu ikisinin içinde.