"Zekâ, cesaret ve iyi niyetin birleştiği
noktaya erişmek istiyorum. Bir şeyden korkacaksam, parasızlıktan değil, kendi gerçeğimi bulamamaktan korkmak istiyorum. Parça başı doğrularla avunmak yerine, bütünü kucaklamak istiyorum. Ağzımdan çıkan her sözün, her kelimenin doğru olmasını istiyorum. Ayağı yere basmayan bir malumat istifçisi, bir
Açıkça ifade edelim ki 1945'ten günümüze kadar din karşısında sinsi ve hoşgörüsüz tutuma sahip olanlar "dinin karşısında olmak" yaftasını üzerlerinden kaldırdığınız zaman çırılçıplak kalacak olanlardır. Onlar ekmeklerini kazanmak için gözle görülür bir başarı elde edemedikleri için geçimlerini din düşmanlığından sağlıyorlar. Ne yazık ki onların bu hali toplumda yaptıkları tahribatı katmerleştiriyor. Çünkü karşılarında kendilerine benzer hasımlar türetiyorlar. Bunlar da din savunusu ile geçimini sağlayan ve böyle bir görüntüden mahrum oldukları takdirde toplum hayatında hiç bir üstün konuma sahip olmayacak kişilerdir. Eğer Cumhuriyet batılılaşması devletin en sözü geçer insanları olarak sadece itaat etmeyi bilen ve başka bir şey bilmeyen insanları tercih etmemiş olsaydı, yürürlükteki muhalefet de daha nitelikli insanlardan oluşurdu.
Bir musibet, bin nasihatten yeğdir, derler. Oysa insan haysiyetine yaraşan tavır öncelikle nasihatin etkisini hissetmede yatıyor. Musibet gelip çattığında, bir çok şeyin anlaşılması kolaylaşır, ama gücünü onarmak için çok geç kalınmış olabilir.
Bütün bu söylediklerim "keşke öyle olsaydı" diyerek sıraladığım nazari temenniler değil; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda ordunun oynadığı rolle ve akabinde üstlendiği işlevle bağlantılı olarak yaşayageldiklerimizin yorumundan çıkarsanmış sonuçlar, yani devletle milletin anlaşmasının ancak her ikisinin de aynı hamurdan olmaları halinde gerçekleştiği olgusunu vurgulamak çabasıyla dile getirilmiş ifadelerdir.
Oyun zilleti kendine yaraşır sayanların oyunudur. Biz bu oyunu bozmak üzere varız. Zorla bozacağız oyunu. Bizim zorumuz şiddet yoluna başvurmakla belirginleşmeyecek. Oyuna katılmadığı halde Müslüman kalma niteliğini gösteren herkes bir zor unsuru olacak dünya sisteminin karşısında.
O halde tek insan olarak gücümüz neyse ona müracaat etmeye mecburuz. Ama toplum hayatımızda gücümüzün neye yettiğini anlama bakımından bizi eli kolu bağlı hale sokan ve kendi canavarlığımızı sevimli hale getiren atasözleri var. Bunlardan biri, "âlemle gelen düğün bayram"; diğeri, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye ifade ediliyor. Felaketimizden memnun olarak ve yılana gıda temin ederek nereye vardığımız gün gibi aşikar.
Çanakkale'de can verenler sözlerinin eri olduklarını gösterdiler ama, daha sonra biz toplum olarak eri olunacak sözü ele geçirmede başarısızlığa uğradık.
düne kadar benimle Müslümanca dayanışma içinde olduğunu söyleyenler, şimdi ben aslî yerimi koruduğum için beni kınamaya, dışlamaya başlarlarsa, işte bu kanıma dokunur. O zaman endişeyle sorarım: Yapacak ne kaldı?