Yalnız ölüm yalan söylemez!
Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok
eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın
aldatmacalarından bizi o kurtarır. Hayatın
derinlerinden seslenir, yanına çağırır bizi. Ve
biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız
yaşlarda, ara sıra oyunlarımızı yarıda kesiyorsak,
bunun nedeni, ölümün seslenişini duymuş
olmamızdır... Ömrümüz boyunca ölüm bize el
eder, çağırır bizi. Her birimiz ansızın, sebepsiz
düşüncelere dalmıyor muyuz, bu hayaller bizi
öylesine sarıyor ki zamanı, mekânı farketmez
olmuyor muyuz? İnsan bilmez bile ne
düşündüğünü; ama sonra kendini ve dış dünyayı
hatırlamak, düşünmek için toparlanmak
zorundadır. Bu da bir sesidir ölümün.
Kışın bir deliğe gizlenen hayvanlar gibi
kendi içime ne kadar çekilsem, başkalarının
seslerini o kadar net duyuyor, kendi sesimi
boğazımda işitiyordum. Yalnızlık ve inziva
sonsuz, koyu yoğun gecelere benziyordu. Koyu,
yapışkan, bulaşıcı karanlıkları olan ve boş
kentlere çökerek şehvet ve kin uykuları yaymayı
bekleyen gecelere benziyordu. — Fakat
boğazım karşısında ben, kendim için vardım ve
soyut ve mecnunca bir kanıtlama idim sadece.
Sıkıcı bir şey: Cinsel ilişki ânında, iki kişi
yalnızlıklarından kurtulmak için birbirine
yapışır, herkeste aynı delice kıpırdanışlara bir
kapıdır bu, ve yavaş yavaş ölümün derinliklerine
yönelmiş bir pişmanlıkla karışıktır...
Ben ölmeyi, benden hücrelerimin çürümesini
öyle çok düşündüm ki, korkmaz oldum
ölümden; hayır, aksine, yok olmayı gerçekten
ister oldum. Yalnız bir şey ürkütüyordu beni:
Beden zerrelerimin o aşağılıkların zerrelerine
karışabileceği düşüncesi. Bunu düşünmeye
tahammül edemiyor, öldüm mü upuzun
parmaklarım olsun istiyordum: O uzun, hassas
parmaklarla kendi zerrelerimi bir bir toplar,
avuçlarımda saklar, kendi malım olan
zerrelerimin, o aşağılık adamların bedenlerine
geçmesini böylece önlerdim.
Kim bilir ölümden sonra ne
hissedileceğini?
Vücuttaki kan pıhtılaşıyor, bazı organlar
yirmidört saat sonra çürümeye başlıyorlar ya;
saçlar tırnaklar ölümden sonra daha bir süre
uzamaya devam ediyorlar. Kalp durunca
duygular düşünceler de kayboluyor mu, yoksa
kılcal damarlarda kalan kan sayesinde belli
belirsiz bir hayat sürüp gidiyor mu? Ölüm olayı
aslında korkunç bir şey; ya öldüklerini
kavrayanların hissettikleri? Yaşlılar vardır,
gülümseyerek ölürler, uykuda sağdan sola döner
gibi veya sönmesi gibi yağı biten bir lambanın.
Ama sağlam bir genç, ölüme karşı var gücüyle
savaştıktan sonra birdenbire ölürse neler
hisseder?
Her okuduğum kitapta insan yaşayışına yön veren aynı kader yasası, aynı serüven havası karşıma çıkarken kendimi nasıl kaptırmazdım buna, gerçeklerden nasıl uzaklaşmazdım?..
Zavallı Vasya’nın öksüz yoldaşına tuhaf bir düşünce çöktü. İrkildi ve kalbine o anda birden güçlü, o âna dek tanımadığı bir duygunun yükselmesiyle kaynayan, ateşli bir kan pınarı boşanmış gibi oldu. Sanki bütün bu telaşı ve zavallı, mutluluğuna ulaşamamış Vasya’nın neden aklını kaçırdığını artık anlıyordu.
Dudakları titredi, gözleri parladı, sarardı ve sanki o anda yeni bir şeyle gözü açıldı...
Sıkıntılı ve asık suratlı oldu ve bütün neşesini kaybetti.