“Şimdi öyle bir zamandaydım ki, dedikodular bile kurumsallaştı. TV’deki boktan bir yarışma programındaki yarışmacıyı tüm ülke tanıyor ve seksen bir vilayetin hepsinin müşterek gündemi, bu yarışmacının giydiği elbisenin deseni oluyordu. Nasıl ki her şehirdeki A hamburgercisindeki B mönüsünün içindekiler aynı ise, artık Türkiye’nin hemen her kafesinde oturan insanların konuştukları şeyler de tektipleşmişti. Prizlerden uzak yaşayamayanlar, bir yandan sosyal olduklarını kanıtlamanın endişesiyle gönülsüz şekilde masalarında otururken, diğer yandan telefonlarının ekranlarını okşayıp dün akşam TV i’deki yarışmada olup bitenleri konuşuyorlardı. Sonra yalnız olmadıklarını kanıtlamış olduklarını sanarak evlerine dönüp yastıkla dertlenip ağlıyorlardı. Yalnızlığın modern zamanlara izdüşümü biraz böyleydi.”
“Evimdeki ya da ofisimdeki kitaplıkta hayattayken birbirlerini sevmeyen yazarların kitaplarını yan yana koyuyor, uzaktan o zoraki birlikteliğe bakıp mutlu oluyorum. “
“Güzel, zengin kızla, yakışıklı ve bir o kadar gururlu fakir oğlanın eksik olmadığı televizyona, dondurma tanıtırken karın pazarlayan reklamlara, kitleleri uyuşturan futbola, insanları aptallaştıran popüler kültür zırvalıklarına, vıcık vıcık yaşanan aşklara, sistemin koyunlarının tapındığı siyasi putlara, milyon dolarlarla oynayıp Müslümanlara kanaat etmeyi öğreten din hocalarına, sanatı bir klozet markası sanan cahil insanlara bir saniye dahi olsa tahammül edememek… Yani dünyanın neredeyse yüzde doksanına hakim olan her şeye…”
“…Ama insanın, düşünceleri ve eylemleri arasındaki tezatları, çeşitli bahanelere sığınarak görmezden geldiğini iyi bildiğim için şaşırmıyordum kendime.”
“Ah, siz, sonsuzcasına uzanan yollar! Ne güzelsiniz! Kaç kez boğulmak, yok olmak üzereyken sizlere sarıldım, sonsuz cömertliğinizle çekip çıkardınız, kurtardınız beni! Bütün o büyüleyici düşlerimi, ozanca hayallerimi hep sizlerleyken yaşadım!”
Sayfa 270 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
"... 'Şu balo denen şeyi icat edenlere lanet olsun!...' diye söyleniyordu içinden. 'Nedir yani nu salakça neşe? Bölge kıtlıktan kırılıyor, fiyatlar almış başını gitmiş, bunlar balo düzenliyor! Ya kadınların hali neydi öyle: Sürmüş sürüştürmüş, takmış takıştırmışlar! Hele birinin üstündekiler en az bin ruble tutardı! Nereden geliyor bu değirmenin suyu? Ya köylülerden toplanan haksız vergilerden ya da daha kötüsü, vicdanların satılmasından! Rüşvetler alınıyor, vicdanlar satılığa çıkarılıyor... niçin?' ..."
Sayfa 209 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
“… Öte yandan acemiliğim ya da aceleciliğim nedeniyle de kitabımın her sayfamın düzeltilmesi gereken pek çok yanlışla dolu olduğunu biliyorum. Senden ricam, okurum, bunları düzeltmendir. Küçük görme bu işi. Ne kadar üst düzey eğitimli ya da yüksek tabakadan birisi olursan ol, kitabım gözünde ne kadar değersiz olursa olsun, rica ediyorum senden, yap bunu; hakkında görüş bildirmeye değmeyecek kadar önemsiz bulsan da kitabımı, yap. Ve sen, yüksek tabakadan olmadığı gibi üst düzey bir eğitimden de geçmemiş, halktan okurum, sen de kendini bana bir şey öğretebilecek yoksun biri gibi görme. Şu dünyada yaşayan, başka insanlarla bir araya gelip konuşan, görüşen herkes, başkalarının göremediği bir şeyleri görmüş, başkalarının bilmediği bir şeyleri öğrenmiş olabilir. Onun için beni görüşlerinden, düşüncelerinden yoksun bırakma. Dikkatle okuyacak olursan, kitabımda eleştireceğin, üzerine bir şeyler söylemek isteyeceğin nice şey bulacaksındır, eminim. …”