Köylü olmak, bahsedilenleri iyice anlamak ve sanayileşememiş (şehirlileşememiş) bir toplum olmak çok canımı sıkıyor. Bu yüzden bizim edebiyatımızdan özellikle köyün ve Anadolu’nun anlatıldığı romanlardan köşe bucak kaçarım.
Gerçekten ben kitapları, kitap nedir bilmeyenlerden fazla kullanmam diyebilirim. Cimriler nasıl günün birinde kullanacağım diye hiç dokunmazlarsa definelerine, ben de öyle saklarım kitaplarımı. Ruhum onların benim olmasıyla doyar, yetinir.
Yeni umutlara düşmekten, yeni işlere girişmekten kaçınıyorum; bıraktığım her yeri son defa selamlıyorum; benim olan her şeyden her gün biraz daha elimi çekiyorum.
İnanç ruhumuza bastırılan bir damga gibidir; ruh ne kadar yumuşak olur, ne kadar az karşı koyarsa ona bir şeyi mühürlemek o kadar kolay olur. Hele ruh bomboş ve darasız olursa, ilk inandırmanın ağırlığı altında daha da kolaylıkla eğiliverir.
Hayattan sonra ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır.
Çok defa başına gelmiştir: Oyun olsun diye kendi düşüncemin tam tersini savunayım derken kafam o tarafa öylesine kendini vermiş, bağlanmıştır ki, kendi düşüncemi yetersiz bulmaya başlayıp bırakmışımdır.