Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Alisya Carmen

Size anlatmak istediğim şey, yaşamın koşulsuz anlamlılığının gizidir; yaşamda anlam bulmanın üçüncü olasılığı, yani acı ve ölümde bile anlam bulma olasılığı. Bu ışık altında bakıldığı zaman, American Journal of Psychiatry’de “koşulsuz anlama yönelik koşulsuz bir inanç, işte Dr. Frankl’in mesajı,” gibisine bir şeyler yazılması nedensiz değildir. Ama ben bunun “inançtan” çok daha öte bir şey olduğunu sanıyorum. Yaşamın koşulsuz olarak anlamlı olduğu inancımın bir sezgi olarak başladığı doğrudur. O zamanlar bir lise öğrencisi olmam bir şeyi değiştirmez. Ama o günden bu yana, katı ampirik temellerde de aynı sonuç elde edilmiştir. Brown, Casciani, Crumbaugh, Dansart, Durlak, Kratochvil, Lukas, Lunceford, Mason, Meier, Murphy, Planove, Popielski, Richmond, Roberts, Ruch, Sallee, Smith, Yarnell ve Young gibi isimleri anmama izin verin. Bu yazarlar, testler ve istatistiksel araştırmalarla, cinsiyeti, yaşı, IQ derecesi, ya da eğitimi, çevresi, kişilik yapısı, hatta dini ne olursa olsun, ya da tanrıya inansın veya inanmasın, herkesin bir anlam bulabileceğini göstermiştir.
Sayfa 40
Reklam
“Kader, tüm âlemi yöneten başrah ip, Her şeyi öngören takdir-i ilâhi, Öyle kuvvetlidir ki o, Âlem aksini söylese bir evet ya da hayırla, Olacaktır günü gelmiş olan Sonra bin yıl olmayacaksa da. Çünkü şüphesiz ki nefislerimize, burada, Savaşta ya da barışta, nefrette ya da aşkta, Hükmeder bir öngörü yukarıda. ” Alıntı Şuradan Yaşamın İdaresi Ralph Waldo Emerson Bu malzeme telif hakkı ile korunuyor olabilir.
Başkanlar, günümüzde bakanlarına danışmakla birlikte büyük katliama bu yıl mı, yoksa gelecek yıl mı başlanacağı­na bir tek kendi iradeleriyle karar verirler. Akıllarına estiğinde milyonlarca insanı ölüme gönderme konusunda hiçbir söylevin kendilerini engelleyemeyeceğini bilirler. Hatta bu barışçıl tartışmaları büyük bir zevkle dinler, destek verir ve onlara katılırlar… Not: günümüzde de farlı değil hiç bir zaman farlı olmamıştı zaten ve gelecekte de olmayacak …

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Yanlışlık, hukukçu aydınların hem kendilerini hem de başkalarını kandırarak kitaplarında, hükümeti olduğu gibi, yani başka insanları sömüren bir insan topluluğu değil de bilimin söylediği gibi yurttaşların tümünü temsil eden bir topluluk olarak göstermesinden kaynaklanıyor. Bunu o ka­dar uzun zaman iddia ettiler ki, en sonunda kendileri de bu
Avrupa'da yılda 60.000 intihar olayının meydana gelmesi bizleri şaşırtıyor, oysa bu sayı sadece bilinen ve kayda geçmiş rakamlardır, Rusya ve Türkiye bunun dışındadır. Tam tersi­ ne intihar sayısının bu kadar az olmasına şaşırmak gerekir. Çağdaşımız olan her insanın, yaşamı ile bilinci arasındaki çelişki anlaşılacak olursa, derin bir umutsuzluk içinde oldu­ğu görülür. Uygar insanın varlığını dolduran modern yaşam ile bilinci arasındaki tüm öteki çelişkilere değinmeden, sürek­li silahlı barış durumu ile kendi Hıristiyanlığını gözden geçir­mesi bile bir insanı umutsuzluğa düşürmeye, aklından şüphe etmesine, nihayetinde de bu barbar ve çılgın dünyadaki ya­şamdan vazgeçmesine yeterde artar. Bütün öteki çelişkilerin özünü oluşturan bu çelişki öylesine korkunçtur ki, bunu be­ nimseyerek yaşamak ancak bunun üzerinde düşünülmediği ya da bu unutulduğu takdirde mümkündür.
Reklam
Onca bilimsel keşfe rağmen Avrupa, Ortaçağın en berbat, en barbar dönemlerine benzer bir durumda bulunuyor. Herkes, ne savaş ne de barış hali olan bu durumdan şikayetçi ve bundan kurtulmak istiyor. Devlet liderlerinin hepsi barış istediklerini belirtiyor ve barışçı olduklarını en şatafatlı biçimde ilan etmek­te birbirleriyle yarışıyorlar. Aynı gün ya da ertesi gün, silahların arttırılması konusunda parlamentoya yasa tasarıları sunuyor ve buna gerekçe olarak da, barışı güvenceye almak amacıyla önle­yici tedbirler almayı gösteriyorlar. Ama bizim istediğimiz böyle bir barış değil. Ve uluslar bunu yutmuyor. Gerçek barış karşılıklı güvene dayanır, oysa bu kor­kunç silahlanmalar açıkça devletler arasında düşmanlık değilse bile gizli bir güvensizlik olduğunu ortaya koyuyor. Samimi duy­gularını dostça belirtmek isteyen bir adamın, elinde dolu bir si­lahla, aralarındaki anlaşmazlıklan görüşmek üzere komşusunu evine davet ettiğini bir düşünün…:(
daima insanlığın iyiliği için çalışması gereken bilim ne yazık ki sürekli olarak en kısa zamanda en fazla insanı öldür­menin yeni yollarını icat ederek imha işine katkıda bulunuyor.
Uluslararası hukuk profesörü Kont Komarovski anılarında "Her türlü çelişkinin bolca bulunduğu bir zamanda yaşı­yoruz," diyor, ''her ülkenin basını uluslar arasında barışın gerekliliğinden değişik tonlarda söz ediyor ve bunu hararetle arzuluyor. Ve şöyle devam ediyor: “Hükumet yetkilileri, resmi ve özel organlar bunu istedikleri­ni
Gümrükleri ve gümrük vergisini gereksiz buluruz ama buna rağmen ödemek zorunda kalırız. Hükümetin bir sürü idari kurumunu ayakta tutmak için yaptığı harcamaları ge­ reksiz buluruz; Kilise'nin verdiği vaazları zararlı buluruz ama yine de bu kurumların giderleri için payımıza düşeni ödemek zorunda kalırız. Mahkemeler tarafından verilen malı­ kurniyet kararlarını zalimce ve adaletsiz buluruz ama bu adaletsizliğe katılmaya zorlandığımızda tepkisiz kalırız. Top­raktaki mülkiyet dağılımını kötü ve adaletsiz buluruz, ama buna boyun eğmek zorunda kalırız. Ordunun ve savaşın ge­rekli olduğunu kabul etmeyiz ama savaş giderleri ve askeri birliklerin bakımı için gerekli korkunç mali yükü kaldırmak zorunda kalırız. Ne var ki bu çelişki, uluslararası meselelere döndüğümüz­ de yüzleşrnek zorunda kaldığımız ve insana aklını yitirtebile­cek ve hatta insan ırkının sonuna yol açabilecek çelişkinin yanında bir şey değildir. Bahsettiğim, Hıristiyan vicdanı ile savaş arasındaki çelişkidir.
Eski dünya insanları hatta ortaçağ insanları bile insan­Iarın eşit olduğuna inanmıyorlardı, gerçek insanların yalnız­ca Persler,Yunanlılar, Romalılar ya da Frenkler olduğuna inanıyorlardı; ama bizler bütün bunlara inanamayız, çağı­mızda da aristokrasiyi ve yurtseverliği savunmak için onca çaba harcayan bu insanların kendileri de söylediklerine i­nanmazlar ve inanmıyorlar. Hepimizin bildiği ve bilmezden gelemeyeceği gibi, bu dü­şünce hakkında hiçbir şey okumamış, hiçbir şey duymamış olsak da, atmosferdeki Hıristiyan duyarlılıkları gayri ihtiyari soluyup etkilenerek bunu söze dökmemiş olsak da, her nere­ de oturuyor olsak da, hangi dili konuşsak da, bir tek Tanrı’ nın evlatları olduğumuzu tüm kalbirnizle biliyoruz; hepimiz kardeşiz, hepimiz ortak Tanrımız'ın yüreğimize ektiği sevgi yasasına tabiyiz.
Reklam
İnsanlar üzerinde etkili olacak ideal, biri tarafından icat edilmiş bir şey değil, herkesin ruhunda taşı­yacağı bir şeydir. Yalnızca bu eksiksiz ve sınırsız mükem­mellik ideali insanlar üzerinde etkili olabilir ve onları hare­kete geçirebilir. Orta karar bir mükemmellik insanların yü­reklerinde yer etme gücünü yitirir.
Bozulmayan İncilden Haz. İsa “ Bu nedenle size söylüyorum: Ne yiyip ne içeceğiz diye canınız için, ne giyeceğiz diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiye­cekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi? Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek bi­riktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? Hangi biriniz kaygılanmakla öm­rünü bir anlık (ya da boyunu bir arşın) uzatabilir? Giyecek konu­sunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyü­düğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, bütün görkemine rağmen Süleyman bile bunlar gibi giyinebilmiş değildi. Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kırdaki otu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği çok daha kesin değil mi, ey kıt imanlılar? Öyleyse ne yiyeceğiz, ne içeceğiz ya da ne giyeceğiz diyerek kaygılanmayın. Diğer uluslar hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa göksel Babanız bütün bunlara gereksinmeniz olduğunu bilir. Siz öncelikle O'nun egemenliğini ve doğruluğunu arayın; o zaman size bütün bunlar da verilecek­tir. O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter. (Mt 6, 25-34)
İnsanlığın, insan yaşamının tümüne yeni bir anlam katan, kendisinden öncekilerden ol­dukça farklı yeni etkinlik biçimlerinin peşine düşüp yeni bir yaşam teorisi sunan insanlar çıkartmak gibi özel bir kabiliyeti var. Din denilen de, girdiği yeni koşullarda insanlık için uygun yaşam felsefesinin biçimlenmesinden başka bir şey değildir. Ve işte bu yüzden ilk olarak din, bilimin sandığı gibi eski­den insanlığın gelişmesine eşlik ettiği halde o zamandan beri yenilenmemiş olan bir tezahür değil, insan yaşamına özgü ve başka zamanlarda olduğu gibi günümüzde de hala insan için tamamen doğal olan bir hadisedir. İkinci olarak ise, din hep geçmişin değil geleceğin uygulamalarına dair bir teori olmuş­tur; bu durumda geçmişteki hadiselerin araştılmasının hiçbir şekilde dinin tüm anlamını kapsayamayacağı gün gibi açıktır.
Nasıl ki tek başına bir birey yaşamın anlamı hakkında bir teoriye sahip olmadan yaşayamazsa ve çoğu kez bilinçsiz ola­rak da olsa, davranışını daima yaşamına verdiği anlama uy­gun olarak düzenlerse, aynı şekilde, benzer koşullarda yaşa­yan insan toplulukları da, ortak toplum yaşamına ve bu­nun doğal sonucu olan işlerine bir mana veremeden yaşaya­mazlar. Nasıl ki bireysel yaşamını sürdüren bir insan yaş bakımından ilerledikçe, kaçınılmaz bir şekilde hayat felsefe­sini değiştirip var olma nedenine çocukken verdiğinden fark­lı bir anlam veriyorsa; aynı şekilde toplumlar da, uluslar da yaşları gereği zorunlu olarak yaşam teorilerini ve bunların sonucu olan davranışlannı değiştirirler.
Ne var ki, bu ipnotizrnayla uyutma ne denli etkili olursa olsun Kilise'nin başlıca ve en üzücü faaliyeti bu değildir. Baş­ lıca ve en üzücü faaliyeti, İsa'nın "Bu küçüklerden bir tekini bile ayartınaya çalışanın vay haline!" derken kastettiği ço­ cukları kandırma eğiliminde olmasıdır. Bilincinin yeni uyan­ maya başlamasıyla birlikte çocuğa yalan şeyler öğretilmeye başlanır; ona turnturaklı bir şekilde eğitrnenlerin kendileri­ nin bile inanmadığı şeyler öğretilir, ve bu öyle bir beceriyle ve sebatla yapılır ki, bu inanışlar alışkanlık haline gelerek onun doğasına yerleşir. Çocuk hayattaki en önemli konu hak­ kında da özenle kandırılır. Bu yalan onun zihninin derinlik­ lerine kök saldığında, onu oradan çıkarmak imkansız hale gelir, sonra da önüne inançlanyla hiçbir suretle bağdaşma­ yan bilim ve gerçeğin dünyasını açarlar ve onu çelişkiler arasında işin içinden çıkması için bir başına bırakırlar.
42 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.