Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Alivari

Hıristiyanlar, gene yeniden, din konuları üzerinde ve Kristus (İsa) hakkında neye inanacakları konusunda ayrılığa düştüler. Gruplara ve mezheplere bölündüler, her biri hıristiyan hükümdarlar nezdinde bir­birlerine karşı destek aradılar. Her devrin kendi mezhebi vardı. En so­nunda bu mezhepler üç mezhep olarak toparlandılar: bunlar Melekîler (Melchites - Yunan katolikler); Yakubîler (Jacobites); Nesturîler (Nestoriens) . Onların sapkınlıkları üzerine tartışmalarla bu kitabın sayfalarını karartmak durumunda olduğumuzu sanmıyoruz, bunlar yeterince bi­liniyor zaten. Soylu Kuran'ın gösterdiği gibi bunların hepsi (hak dinin­ den olmayan) imansızlardır. Onlarla bu konuyu tartışmak bize düş­mez. İslam'a dönmek (ihtida etmek) ile (korunan olarak) cizye ödemek ya da ölüm arasında seçim yapmak onlara düşer.
Reklam
Ali'ye sordular, "Ebûbekir ve Ömer'in adı üzerinde hiçbir tartış­ma olmadığı halde neden sizin adınız üzerinde uyum sağlanamıyor?" Ali yanıtladı: Çünkü Ebûbekir ve Ömer benim gibi insanlara kumanda ediyorlardı, oysa ben sizin gibi kişilere kumanda ediyorum." İslam'ın ılımlaştırıcı etkisini anıştırıyordu.
Yasakoyucu (Muhammed) tez öfkelenirliği (gazabı) salt insanın böyle bir eğilimini yok etmek için mahkum etmez ki. Eğer bu eğilim tümüyle yok olsaydı insan ondan sonra gerçeği üstün kılamazdı ar­tık. Ondan sonra kutsal savaş olmazdı, ne de Tanrı kelâmını yücelt­mek. Muhammed, gazabı, Şeytanın ve kınanacak amaçların hizmetin­ de olduğu için yerdi, yoksa, Tanrının kendisinde var olan ve Tanrının hizmetindeki büyük kutsal öfkeyi yermedi ki. Bu övgüye değer gazab Peygamberin erdemlerinden biriydi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hükümdarlık yönetimi, monarşi, birlik ve dayanışmanın doğal he­defidir. Bir seçme işi değildir, isteme bağlı değildir, zorunluluk ve şey­lerin doğası sorunudur. Birlik anlayışı ve dayanışma, bütün yasalar ve bütün dinsel uygulamalar için, ve kitlelerden (cumhûr) beklenebilecek her şey için vazgeçilmezdir.
Dört yetenek göstermelidir: bilim, dürüstlük ('adâlat), yeter­lilik (kifâya - kifayet), ve her türlü muhakeme ve hareket kusurundan uzak olmak.
Reklam
Duayı (namazı) yöneten kişiye kıyasla imam denilmektedir: ger­çekten, halife de namazı yöneten kişi gibi izlenir ve örnek olarak alınır. Onun için halifeliğe "Büyük İmamlık" da denilmektedir.
Besbelli ki krallık ik­tidarı herkese düşmez. Bu iktidar, ancak, kendi adamlarını, tebaasını yönetenlere, vergileri toplayanlara, askeri seferler (bu'ûş) düzenleyebilenlere, sınırları koruyabilenlere ve hiç kimsenin egemenliği altında olmayanlara aittir. Krallığın geçerli anlamı budur.
Halkın, eskilerin (anciens) bizlerden daha büyük ve daha kuvvetli oldukları inancına katılmamak gerekir.
Her hanedan başka başka aşamalardan geçer ve yenilenmiş koşul­lar içinde bulunur. Bu nedenle onun taraftarları, her aşamada, başka başka karakter özellikleri edinirler. Bu, yeni koşulların sonucudur. Genellikle, bir hanedanm en çok beş evresi olabilir. Birinci evre başarı evresidir: bütün direnç tükenmiştir ve krallık ik­tidarı yeni hanedanın
Yeni kuşaklar (ecyal) giderek daha çok konfor, lüks ve dinginlik içinde yaşarlar. Onların (atalarından gelme) yabanıllıkları değişime uğrar. İktidara ulaşmalarına olanak veren bedevi yaşamını ve alışkan­lıklarını: gözüpeklik, yırtıcılık, göçebelik (rukûb al-baydâ'), yönünü bul­ma duygusu (hidayet el-kafr) gibi özelliklerini unuturlar. Artık, askeri yeteneklerinden (sakafa) ve amblemlerinden (şura) başka hiçbir şey on­ları sıradan yerleşik kent yaşamı insanlarmdan ayırdedemez. Onların savunma durumları zayıflar, enerjileri yiter ve güçleri yıpranmıştır. Bu durumun hanedan üzerindeki can sıkıcı etkileri çöküşle ifadelendirilebilir.
Reklam
Daha önce de gördüğümüz gibi monarşinin doğal bir lüks gereksinimi var. İnsanlar eşyanın çokluğuna alışıyor. Harcama­ları gelirlerini aşıyor. En yoksullar yitip gidiyor. En zenginler şatafatlı harcamalarla batıyorlar. Bu durum zamanla daha da ağırlaşıyor. Son kuşaklar kendi gelirleriyle lükslerini ödeyemez oluyorlar. Para gere­kiyor kendilerine. Yöneticiler askeri harcamaları ödemeleri için onları sıkıştırınca buna karşı koyamıyorlar. Bu durumda hükümdarlar onla­rı cezalandırmak, ister doğrudan kendi hesaplarına, ister çocuklarının ya da yandaşlarının hesabına onların mallarına elkoymak durumunda kalıyorlar. Bu gidişle halk yoksullaşır ve artık kendi işlerini yürütemez olur, oysa halkın zaafı da bu kez hükümdarı zayıflatır.
Tam tersine içlerinden biri şana şerefe sa­dece kendi adına sahip çıkmak istediği zaman ötekilere karşı çok sert davranıyor ve onları yenilgiye uğratıyordu. Üstelik, onların kendi ad­larına ele geçirdiklerine sahip olmalarını da yasaklıyordu. Bu durumda insanlar kendi şanlarına şereflerine aldırmaz oluyor, ilgisizleşiyor ve tembelleşiyorlar, bütün atılganlıklarını yitiriyorlar ve iddiasız alçakgö­nüllülüklerini ve kölece boyun eğmeyi yeğlemeye başlıyorlar.
İktidara gelmiş olanların artık kendilerine o kadar zahmet verme­lerine gerek kalmaz. Dinlenmeyi ve sakin-sessiz kalmayı yeğlerler. İkti­dardan yararlanmak isterler, yani güzel konutlar, güzel giysiler isterler. İçine akar su (yujrûnal-miyâh) koydurdukları saraylar yaptırırlar. Bah­çeler kurar ve yaşamın tadını çıkarırlar. Dinlenceyi çabaya yeğ tutarlar. Giysileri, mutfak düzenleri, konut döşemeleri, halıları ile övünür kası­lırlar. Bütün bunlara alışırlar ve bu alışkanlıklarını ardıllarına da aktarır­lar. Tanrı, kendi hükümlerini uygulayıncaya kadar böyle sürer gider.
Beri yandan siyaset de bir tek'in iktidarını gerektirir. Eğer iktidar birçokları arasında paylaştırılacak olursa bu bir yıkım olur.
Bu bütünlük, dayanışma, ancak, hükümdar "evi"ne, hükümdar ailesine ve aşiret komutanlığına düşer. Bunlardan biri şef olmalıdır. Doğduğu yer ve doğumundan dolayı böyle bir oruna yazgılıdır o. Bu yüzden başkalarının iktidarını paylaşmasından ya da hükümetine ka­tılmasından gurur duyar, övünür, çünkü gurur hayvansal doğanın bir parçasıdır. Böylece, her insanın içinde doğuştan var olan kutsal bencil­liği (ta'alluh) geliştirir.
1.980 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.