Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ayşe Nur

Dinginlik nedir? Sınırı nerede çizmeliyiz? Kafa karıştırıcı
İnsan hariç ... Ne ağaçların alışkanlıkları vardır, ne balık­ların, ne de kuşların. Tüm doğa gayretsizdir. Sadece gerek­tiği zaman işlev gösterir, gerekmediğinde çalışmayı bırakır ve sessiz kalır. Aslında, bana göre bu dinginlik: gerektiği ka­dar yapmak. Bir santim bile ötesine geçtiğinde, dinginliği aşar, deliliğe geçersin. Ve deliliğin sonu yoktur.
Reklam
Aydınlanmış bir adam böyle yaşar, doyasıya, anbean ya­ şar. Biri, bir Zen mastırına sormuş: Aydınlandığından beri ne yapıyorsun? Adam yanıtlamış: Kuyudan su taşıyorum, or­ manda odun kesiyorum, acıktığımda yiyorum ve uykum gel­ diğinde uyuyorum, hepsi bu. Ama şunu unutmayın, bir insan, odunu kesenin kendi ol­ duğuna dair derin bir anlayış geliştirdiğinde, sadece odun keser. Başka hiç kimse yoktur. Hatta orada odunu kesen bi­ ri bile yoktur, sadece odunun kesilmesi vardır. Kesen kişi orada değildir, çünkü kişi geçmiştir. Yediği zaman, sadece yer.
Yaşa! Ve ölmenin cesaret gerektiren bir şey olduğunu dü­ şünme. Cesaret gerektiren tek şey, doyasıya yaşamaktır, başka bir cesaret yok.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Korku, ölüm değil, zamandır. Hindistan’da, her ikisi için de aynı sözcüğü kullanırız. Zamana kala deriz, ölüme de öyle. Hem ölüm hem de za­man için aynı sözcüğü kullanırız. Anlamlıdır, kala sözcüğü anlamlıdır, çok önemlidir, çünkü zaman, ölümdür ve ölüm de zamandan başka bir şey değildir.
Korkun, seni özel olmak için çabalamaya itiyor, ama bu durumu değiştirmeyecek. Korkunu bir kenara bırakmanın tek bir yolu var, tüm enerjini özel olmaya harcamak yerine, kendin olmaya harcamak. Kerıdjni bul, çünkü özel olmaya çalışırken, kendinden giderek daha uzağa kaçıyorsun. Bu­ nun tamamen farkında olman iyidir; kendinden ne kadar uzaklaşırsan, ölümsüz olduğun, ölümün olmadığı gerçeğin­ den de o kadar uzaklaşırsın.
Reklam
İnsanların, ruhun ölümsüzlüğüne inanmalarının sebebi, bilmeleri değil, korkuyor olmalarıdır. Bir insan ne kadar korkaksa, ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor olma olasılığı o kadar yüksektir; dindar olduğu için değil, sadece korkak ol­duğu için. Ruhun ölümsüzlüğüne olan inancın, dinle hiçbir ilgisi yok. Dindar insan, “Ben değilim,” gerçeğini bilir ve sonra geriye kalan ölümsüzlüktür- ama bunun “benlikle” hiçbir ilgisi yoktur. Bu “benlik” ölümsüzdür, sadece “ben” ölümsüz değildir. Bu “ben” geçicidir; bizim ürettiğimiz bir şeydir.
Meditasyon, kesinlikle hiçbir şey yapmadığında, zihnin hiçbir şekilde çalışmadığı anda olandır. Zihnin bu işlevsizli­ ği meditasyondur -mırıldanmadan, mantra söylemeden, re­ sim görmeden, odaklanmadan. Sadece zihnin var olmasıdır. Ve bu var oluşta, ego kaybolur ve egoyla birlikte egonun gölgesi de kaybolur. O gölge, korkudur.
Korku nedir? Korku, bir insanın kendi benliğinin bilin­ cinde olmamasıdır. Tek bir korku vardır; kendini pek çok yolla ortaya koyar; bin bir tane şekli olabilir, ama temelde korku tektir ve bu, “Derinlerde bir yerde, ben olmayabili­ rim,” korkusudur. Ve bir açıdan, olmadığın da doğrudur. Tanrısallık, sen değilsin. Ev sahibi değil, misafirsin. Ve şüp­ heci olduğun için -ve de şüphelerin oldukça etkilidir- içeri bakmazsın. Olduğunu farz ederek devam edersin; çünkü bi­ lirsin, içine bakarsan göreceksin, değilsin! Bu derin, dile ge­ tirilmeyen bir anlayıştır. Entelektüel değil, var oluşçudur, içindedir, o his hep vardır, “Olmayabilirim. îçime dönüp bakmamak daha iyi. Dışarı bakmaya devam.” En azından seni aldatır, “ben” yanılgısını sürdürür. Ancak bu “benlik” duygusu yalan olduğu için korku yaratır. Her şeyin onu yok edebileceğini biliyorsun, herhangi bir müdahale, onu yerin­ den edebilir. Sevgiyle yok olabilir, ciddi bir hastalıkla yok olabilir, bir başkasının ölümünü görerek yok olabilir. Pek çok yolla dağılabilir, çünkü çok kırılgandır. Sen bir şekilde, içeri bakmayarak, onu ayakta tutarsın.
Yaratmak erkekle kadının 2 dakikalık çiftleşmesi kadar basit bir şeymiş gibi
Çocuğun kendisiyle hiç ilgisi olmayan gereksinimler yüzünden çocuk sahibi olunduğunda, dünyaya gelen çocuk bir sıkıntı kaynağı haline de gelir. Anne ve babanın yaptığı bir fedakârlığa dönüşür. Yaşamlarının çocuğun hatırına kökünden değişmesi gerekir. Çocuğun yaratılmasıyla birlikte -çocuk gerçekten istendiği için yaratılmış olmadığından- yaratıcıların talepleri de başlar. Yaratıcılar diyorum, çünkü anne babalar büyük bir kendini beğenmişlikle kendilerini çocuğun yaratıcısı olarak görürler. Sanki yaratmak, erkekle kadının bir-iki dakikalık çiftleşmesine bakacak kadar basit bir şeymiş gibi. Anne ve babalar çocuğun kendi özgürlüğü içinde büyüyüp gelişmesine nadiren izin verirler. Çocuk çoğu zaman, anne ve babasının kişisel arzu ve hayalleri ile mevcut toplum düzeninin standartlarına göre yoğurulur.
Çocuk sahibi olmak, geri dönüşü olmayan bir eylemdir
Çocuk sahibi olmak, geri dönüşü olmayan bir eylemdir. Servetimiz yok olup gider, eşimiz hayatımızdan çıkar, herkes kısır olmadığımızı görür, kıskançlığımız diner, ama çocuk hâlâ oradadır. Artık var olmayan gereksinimlerin bir kalıntısı olarak çocuk bizim yanımızdadır. İşte o zaman, tüm totaliter ilişkilerde olduğu gibi, büyük yalan başlar. Büyük yalan SEVGİ'dir elbette. Bu yalan bilinçli ya da bilinçsiz olabilir. Ama çoğu zaman bilinçsiz olur. Gerçekten çocuğu sevdiğimizi düşünür, öyle davranır, öyle hareket ederiz. Başkaları görsün diye, yüzümüzden hemen hemen hiç çıkarmadığımız bir sevgi maskesi taşırız. Bu sevgiyi de, o çocukla hiç bağlantısı olmayan, ama ona müstakbel bir mürit olarak bakan, toplumun tüm tutucu kurumları her fırsatta destekler. Çünkü herkes, ama herkes, çocukların sevilmesi gerektiğini düşünür. Belki en büyük ikiyüzlülüğümüzün sonucu olarak, utançla, büyük yalana katılırız. Çocukla aramızda totaliter bir bağ oluşur, çünkü çocuktan da bizi sevmesini bekleriz, ona bizi sevmesi gerektiğini öğretiriz. Çocuk, bizim YALAN'ımızı bilmemenin masumiyeti içinde, gerçekten de bizi sever tabiî. Ama çocuğun gerçeği ilk keşfedişi belki de sevgi yalanını keşfedişidir. Aynı zamanda masumiyetin sonudur bu.
Reklam
Belirli bir gereksinimi karşıladığı için çocuk yapanlar
Bir kısmımız özgürlüğü özgür olmak için isteriz. Bir kısmımız, güç kazanmak için özgür olmak isteriz. Yani, belirli bir düzende güçsüz durumda olanlar, başka bir düzende güce daha kolay ulaşma şansları olacağını umarlar. Kendilerini güçlendirmek, başkalarına hükmetmek için özgürlük ve demokrasi peşinde koşanlar, kendi totaliter arzularını yansıtmak suretiyle en temel özgürlükleri çiğnerler. Çocuğun kendisini istedikleri için değil, belirli bir gereksinimi karşıladığı için çocuk yapanlar da öyledir. Bu gibi durumlarda çocuk kullanılmış olur. Bir insanı kullanmak tabiî ki totalitarizmdir. Ama, kendisiyle ilgisi olmayan bir nedenle bir çocuk yaratmak, insan türünün totaliterliğinin zirvesidir.
III Çocuğu neden sırf kendi hatırına istemediğimizi açıklayan binlerce neden sayabiliriz. Bunların içinde en acı olanı, miras kaygısıdır. Servetimizi başkalarıyla paylaşmayı pek istemesek de, eğer ille biriyle paylaşacaksak, bari kendi çocuğumuz olsun diye düşünürüz. Böylece, servetimiz başkalarının eline geçmesin diye çocuk yaparız. Eşimiz bizi bırakıp gitmesin diye çocuk yaparız. Ya da tam tersi, birbirimize olan aşkımızı ispatlamak için çocuk yaparız. Çoğu durumda aşkın en yüce ifadesi olarak görülmez mi bu? Ve tabiî, bizi seven birisi olsun diye çocuk yaparız. Hükümetlerin, sosyal güvenlik sistemlerinin ve çeşitli kurumların sağladığı avantajlardan yararlanmak için çocuk yapanlarımız da var. Bazı ülkelerde çocuk sahibi olmak, maddi yardımların yanı sıra, tatsız iş hayatından uzunca bir süre kaçabilmek gibi bir avantaj da içeriyor. Pek çoğumuz, sırf çocuk sahibi olanları kıskandığımız için çocuk yapıyoruz. Çocuğumuz olduğunda, çocuksuzlara sanki bir eksikleri varmış gibi bakıyoruz. Onları kıskandırıyoruz, bize gıpta etsinler istiyoruz, çocuk sahibi olsunlar diye onları yüreklendiriyoruz. Kısır olmayan, sağlıklı kadın ve erkekler olduğumuzu kendimize ispatlamak için çocuk yapıyoruz. Sayısız çocuk bu yüzden dünyaya geliyor. Ama artık iş işten geçmiş oluyor. Çocuk sahibi olmanın bin bir biçimi içinde, çocuğun kendisi nadiren işin içine giriyor. Zaten bizatihi çocuk sahibi olmak deyimi onların üzerinde kurduğumuz mutlak totalitarizmin bir ifadesi değil mi?
Neden çocuk yaparız?
I Papa evli çiftleri çocuk sahibi olmaya teşvik ediyor. Onlar da “yaşamın şenliğine” katılmalıymış, Papa öyle söylüyor. Neden çocuk yaparız? Bugüne kadar duyduğum cevapların içinde en aklıma yatanı, insanın bir çocuk sahibi olmadıkça kendini eksik hissettiği. Bazılarımız iki, üç, hatta dört çocuk yaptıktan sonra da kendini eksik hissedebiliyor.
Kendimizi suçlamak aklımızın köşesinden geçmiyor
Bilincimiz, evrendeki kendi yerimizle başlayacak ve kendimizi piramidin en tepesine yerleştirecek şekilde düzenlenmiş. Daha birkaç yüzyıl önce, Kopernik devrimine kadar, Dünya'nın evrenin merkezi olduğunu, Güneş'in ve bütün yıldızların Dünya çevresinde döndüğünü düşünüyor ve buna kuvvetle inanıyorduk. Şimdi bunu saçma buluyor,
617 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.