Yıllarca dirsek çürütüp aldığın diplomalar, okuduğun o yüz binlerce satır, ailenden işittiğin onca “doğru insan olma” sözü, bu iklimde işe yaramaz olmuş...
Kişioğluna akıl, amaçladığı bir şeye ulaşması için verilmiştir. Kilometrelerce yol yürürsün de bir işe yaramaz, boşa taban tepmiş olursun... oysa amacına doğru yürümekteysen yüz adım sonra hayli yaklaşmış olursun ona. Öte yandan, bir adımda ulaşmak istiyorsan amacına, akıl değildir seninki.
Gazabı tarife sığmaz -sadece keyfini süremeyecek kadar çok şeyi olan zengin kimselerin uzun zamandır sahip oldukları, ama daha önce ne kullandıkları, ne de istedikleri bir şeyi aniden kaybettiklerinde görülen türden bir gazap.
...demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri geldiğinde kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu..
Şehirde yaşayınca hiçbir şeye garanti gözüyle bakamayacağını öğreniyorsun. Bir an gözünü yumsan, başka bir şeye bakmak için arkanı dönecek olsan, bir an önce karşında duran şey ansızın kayboluveriyor. Hiçbir şey kalıcı değil; kafandaki düşünceler bile. Kaybolanı aramaya kalkışarak boşuna zaman harcamamak gerek. Bir şey bir kere kayboldu mu, gitti gider.
"Özgür olmak, bir insanın ödül düşüncesini sonsuza dek başından savmasıdır; insanlardan ve tanrılardan bir şey ummamaktır; bu dünyayı ve ne kadar dünya varsa yalnızca hepsini reddetmekle kalmayıp, kurtuluşun kendisini de reddetmektir; zincirler arasındayken bile, bu zincir düşüncesini parçalamaktır."
Gözyaşlarımızdan utanmamızın hiçbir zaman gereği yoktur bence. Bunlar kötü yüreklerimizin üstünü örtüp kapatan tozlara dökülen rahmettir çünkü. Ağladıktan sonra ben de daha iyi bir insan olmuştum... daha pişman, nankörlüğünü daha açık anlayan, daha duygulu bir insan.