Ey oruç, diriltici rüzgar, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından
Kevser içir, abıhayat boşalt kristal bardağından
Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına
"Eee! Bu işin sonu yok mu? Biz kimi vuracağız? Beni aç bırakan adamı öldürmeden açlıktan ölmeye niyetim yok."
"Orasını bilmem. Belki öldürülecek bir adam da yok. Belki bu iş insanlar yapmıyor. Belki de senin dediğin gibi; bu işleri mülkiyetin kendisi yapıyor. Uzun lafın kısası, ben aldığım emri sana söyledim."
Bir ara gözlerim Kızkulesi'ne takıldı. Onu hep Boğaz'ın firuze sularında salınan gizemli bir geline benzetmişimdir. Hangi umutsuz sevdanın rüzgarı ile kendini atmış, suya seccade salan dervişler gibi dalgalar üzerinde yürümeye başlamıştır.
Heyhat!
Bodur minaresi ile bir mescit, yanında bir ihtiyar çınar, onun gölgesinde bir çeşme, iki dükkan, bir sıbyan mektebi ve mektebin alnında bir kuş evi.
İstanbul bu mu? Bu kadar mı?
Evet, öyle.
Galiba insanın yakışıklı bir kalbi olmalı önce
sık sık tozu alınmalı, parlatılmalı aynalı sözlerle
benimse kâlp hususunda cilalı bir cümlem bile yok
mırıldandığım sözlerin çoğu ondan gelse de