at ve atlı ve at ve birbirinin peşi sıra arkalarından sürüklenen upuzun gölgeleri tek beden olmuş uzaklaşıyorlardı batan güneşe doğru. uzaklaştılar, uzaklaştılar ve kararan günün içinde toprağın çizgilerine karışarak geleceğin dünyasına doğru silinip gittiler yeryüzünden.
şunu iyi bilin ki, gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden hiç hoşlanmam, bu bir! Kibirden, kendini beğenmişlikten, bütün bu dağları ben yarattım havalarından, süslü kişiliklerden nefret ederim, bu iki! Yalakalardan, yalakalıktan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan da nefret ederim bu üç! Dördüncüsü; gerçeği, içtenliği, samimiyeti çok severim. Ve Dostoyevski'nin dediği gibi: gerçeğin, her
şeyin üstünde, zavallı egoların bile üstünde tutulmasını isterim. Arkadaşlığın karşılıklı, açık sözlü ve yalansız olanı için canımı veririm. Arkadaşlık, hassaslık ve incelik isteyen bir iştir. Öyle kabalığa, özensizliğe, alaycılığa gelmez!…Daha ne söyleyecektim? Neyse, niye uzatıyorum ki…Yine de şerefinize…”
Engin Günaydın- Zeki Demirkubuz; “Yeraltı”
yüzünün üzülmeye çalışmış yerlerinden bahsediliyor
güya gövdenin ve sesinin başına su gelmiş, inanmazdım
herkesle hançersin de kendinle adın çıkmış sanki,
kalbini özenle kırmışsın bütün eşyanın, ummazdım
incirin öte hatrı suyun kuşkusuz fikriyle üzgünüm
dilemiştim ki en çok kar yağmasın bu kış
bu kış kalp suyumla ıslanmasın yastık! dilemiştim