Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Mustafa AKTAŞ

Mustafa AKTAŞ
@BilgeTonyukukx
İstanbul Üniversitesi - Çapa
Trabzon/İstanbul
4 okur puanı
Haziran 2020 tarihinde katıldı
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
insanoğlunun değerinin bilgi ve akıldan geldiğini söyler
Tanrı yarattı, seçip yükseltti insanı, Onu erdemli kıldı, verdi bilgiyle aklı. Gönül verdi ona, açtı dilini. Güzel bir biçim verdi, sağladı hareketini. Bilgi verdi, insan bugün yükseldi, Anlayış verdi, düğümler çözüldü.
Sayfa 45 - Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig'i (1068-1069) Balasagun'da yazmaya başlamış, Kaşgar'da tamamlamıştır. Dönemin hükümdarı Süleyman Arslan Han'ın oğlu Hakan Tavgaç Buğra Kara Han Ebu Ali Hasan'a okuyarak sundu. Hakan kitabı beğendi.Kitabı okudu
Reklam
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
Dinimizde "oruç", aç ve susuz kalmak mânâsında değildir. Gerekli gıdayı aldıktan sonra, yeme ve içme saatlerini değiştirmek demektir. Ramazan ayında müslümanlar, öğle yemeklerini iptal ederler, sabah kahvaltısı yerine "sahur", akşam, saati gelince "iftar" yemeği yerler. Yani, asla gıdalardan mahrum kalmazlar ve orgnizmanın muhtaç olduğu dengeyi sarsmazlar. Böylece, ileride, genişçe açıklayacağımız üzere, "psikolojik şartlanmaları" kırarlar ve "katılaştırıcı alışkanlıkları" depiştirerek iradelerini yenilerler. Bütün bunları da Allah rızası için yaparlar.
Sayfa 16 - Burak Yayınevi/ 2. Baskı: 1998 Mart/Kitabı okudu
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
İslâm Dünyası, kazandığı zaferlerle ve elde ettiği başarılarla yetinip kendini rahata bıraktığı bir dönemde, Avrupa, korkunç bir dinamizm içinde, kendini yeni baştan yoğuruyordu. İslâm dünyasında, öylesine bir üstünlük kompleksi (complex superiorite) teşekkül etmişti ki, Avrupalı'nın her hamlesi "bırakın şu gavurları", her yeni buluşu "gavur icadı" biçiminde küçümseniyordu. Bazı sosyologların da işaret ettikleri gibi, medeniyetlerin en güçlü olduğu dönemlerde, cemiyete "bir rahata düşkünlük ve uyuşukluk" musallat olur. Biz de öyle olduk. Artık herkes "külfetsiz nimet" peşinde idi. "Devlet ricali" eğleniyordu, "Yeniçeri" kendi vatanında işgal ordusu kesilmişti, "medrese" hâlâ 16. asırda dolaşıyordu, "tekke" tembelhane olmuştu, "memurluk" gizli işlerin sığınağı idi. Her neyse ötesini siz söyleyin. Kısaca, cami vardı, medrese vardı, tekke vardı, saray vardı, kışla vardı, kalem vardı, mürekkep vardı, kılıç vardı, kalkan vardı... Fakat bunları temsil eden "kahramanlar" çekilip gitmiş, yerine "sahteleri" oturmuştu.
Sayfa 20 - BilgeoğuzKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
"El değmemiş bahçeden ırkım ahlak dererken Vatan aşkı imanla gönülde sulanacak. Kendini kaybetmiş Türk, kendisini ararken Ve ufuktan Türk-İslam Güneşi parlayacak"
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
Dikkat ediniz, "yumuşamadan", " barıştan" ve "silahların üretiminin sınırlandırılmasından" en çok söz eden ülkeler, dünyayı bir anda yok edecek korkunç silahlara sahip bulunuyorlar. (...) Öte yandan, hayretle görüyoruz ki, dünyanın en zengin ülkeleri, yahut dünyanın en kalkınmış ülkeleri, aynı zamanda ''savaş endüstrisinde" en ileri ülkelerdir. Oysa, durum, fukara ve geri kalmış ülkelerde tersinedir. Yani, dünyanın en geri kalmış ülkeleri, aynı zamanda "silah endüstrisinde" en başarısız kalanlardır. Herhalde, bu sebepten olacak, Şanlı Peygamberimiz, bundan on dört asır önce şöyle buyurmuşlardı: "Savaş için hazırlıklı olduğunuz müddetçe refah içinde yaşarsınız."
Sayfa 101 - BilgeoğuzKitabı okudu
Reklam
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
Türk-İslam Ülküsü derken, yüzde yüz Türkleşmeyi, yüzde yüz İslamlaşmayı, yüzde yüz muasırlaşmayı kast ediyoruz. Ve nasıl Batı'nın bir medeniyeti varsa, ileri ilmi ve teknolojik hamleleri gerçeklestirebilmişlerse, biz de Türk-İslam olmanın şuuru içerisinde ileri hamlelerle, zaten mevcut olan Türk-İslam Kültür ve Medeniyeti'ni yeniden imha etmek zorundayız. Diğer bütün yollar çıkmazdır. İsteyen denesin. Türkiye'yi ne Marx'ın kitabı kurtarır, ne Adam Smith'in kitabı; bu memleketi Türk-İslam klasikleri kurtarır. Unutmamalıyız ki, her milletin, her medeniyetin bir temel mukaddes kitabı vardır.
Sayfa 58 - BilgeoğuzKitabı okudu
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
Gerçekten de bir nimetin kadrini, onu kaybettiğimiz zaman anlıyoruz. İşte Ramazan Ayı, müminlere, geçiçi de olsa, belli bir zaman parçası içinde, bu şuuru vermektedir. Yani, müminler, önlerinde nimetler dururken, sırf Allah rızası için, "imsak müddetince" bunlara dokunmayacaklardır; "iftara kadar" bekleyeceklerdir. Böylece, bir yudum "soğuk suyun" serinliğini tâ içlerinde duyacaklar, sıcak pidelerden taşan bir nefeslik "ekmek kokusunu" ciğerlerinde hissedecekler ve bir kaşık "şehriye çorbasının" lezzetlerini damaklarında bulacaklardır. Suyun, ekmeğin ve bir kaşık çorbanın ne büyük bir nîmet olduğunu, yeni baştan ve sevinçle keşfedeceklerdir. Görülüyor ki, "iftar sofrası", müminlere, yalnız "birer kul olarak aczlerini" idrak ettirmekle kalmaz, onları, "nimetlerin kadrini bilmeye" ve "Yüce Allah'a olan şükran borcunu" ifaya da vesile olur.
Sayfa 24 - Burak Yayınevi /2. Baskı: 1998 Mart/Kitabı okudu
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
Şimdi, bazı çevreler, dövünüp duruyor: "Nasıl etsek, ne yapsak da şu gençliği içine yuvarlandığı bu çıkmazdan kurtarsak?" Oysa çare apaçık: "Aileyi yeniden güçlendirmek, anayı ve çocukları korumak, kadını 'analık fonksiyonlarını' hakkı ile yapabilecek statü ve formasyona kavuşturmak...".
Sayfa 139 - BilgeoğuzKitabı okudu
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
İsrarla belirtelim ki, ramazan orucu, insanları, asla "susuz" ve "gıdasız" bırakarak terbiye etmek demek değildir. Aksine, müslümanların ramazan sofraları, diğer aylara nazaran, daha zengin ve daha bereketli olur. Oruçtan maksat, susuz ve aç kalmak değil, "nimetlerin kadrini bilmek", "aç ve susuz kimselerin hallerini idrak etmek", "mânâsız şartlanmalardan kurtulmak", "katı alışkanlıkları kırmak", "patalojik mekanizmaları yok etmek", " açlık ve susuzluk motivini disiplin altına almaktır".
Sayfa 20 - Burak Yayınevi/ 2. Baskı: 1998 Mart/Kitabı okudu
Mustafa AKTAŞ tekrar paylaştı.
Bazıları, "inançlı olmayı" entellektüele yakıştıramazlar. Böylelerine göre "inanmak", düşünmeyi, araştırmayı bırakmak, aklî ve zihnî faaliyetleri durdurmak demektir. Oysa tecrübelerle sâbittir ki, " inanmak", inanmamaktan daha çetin bir zihnî çabayı gerektirmektedir. Hele, yalan-yanlış, bâtıl ve bozuk inançların, sapık felsefî ve mistik akımların istilâ ettiği bir dünyada, "İslamiyeti" tanımak ve onun ortaya koyduğu "hakikatleri" kavramak için, gerçekten de "metafizik ter dökmek" gerekir.
Sayfa 50 - Burak YayıneviKitabı okudu
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.