Sen ve ben
Aynı şeyleri düşünürken
Aynı şeylere üzülüp
Aynı şeylere sevinirken
Sen ve ben
Anlaşamadık gitti, sonunda bitti
Resmin kalsın yeter
Ben hala yalnız ve çılgınlar gibi
Ben hala yalnız ve çılgın
Bu gemi nereye nereye gider
Kimler iner kimler biner bilinmez, bilinmez
Yorgunsun…
Akan sudan daha çok yorgunsun.
Yalnızsın…
Bir damla kadar, göl içinde yalnızsın.
Aşka dönecek gibisin, gözlerinde atıyor kalbin.
Ve bir eylül akşamında yaprak çıtırtılarıyla yürüyorsun…
moskof nazım’a ithafen.
Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
“Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara...
Lenin’den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.
Tasa mıdır yakarsa bir kurşun kalbimizi?
Ne çıkar süngülerle delinirse bağrımız?
Bu kurşunlar, süngüler öldüremezler bizi,
Belki diner onlarla ezeli kalp ağrımız.
Hüseyin Nihâl Atsız
“Sıfır”
Karanlık bir tat var ağzımda, boynum tutulmuş,
sonik vibratörümü arıyorum, radyomda çalan müzik hasta,
ölüm rüzgarları sızıyor terliklerime,
ve yirmi yıl önce Pasadena’ daki sarhoş partisi çıkışında beni eve bırakmasının karşılığı olarak beni ziyaret etmeyi talep eden solgun bir ruhsuzdan bir mektup buldum bugün posta kutusunda,
bir de kedi halıya sıçtı ve bugün ilk koşuda oynadığım at kulübeden çıkar çıkmaz cokeyini üstünden attı.
Hemingway’in kocaman bir fotoğrafı var aşağıda, öğleden önce sarhoş, Havana’da, yere uzanmış, ağzı açık, koca göbeği gömleğinden fırlamak istiyor.
O fotoğraf gibi hissediyorum kendimi ve ben sarhoş bile değilim,
sorun bu belkide.
Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım.
Sen ki şakağımda vuran duvar saatisin.
Sen solumazsan eğer ben boğulurum,
Duraksar ve tenime konar adımın.