"Şunu bilmeni istiyorum. Sen de o küçük tırtıl gibisin, Emma. Bir gün sen de güzel bir kelebeğe dönüşeceksin. Bunu asla unutma. İnsanlar senin hakkında ne derse desin, bana bunun için söz vermelisin."
"Ah, baba," diyerek kıkırdadım. Bu durum bana birden çok saçma göründü. Sanki bir melodramın içine düşmüştüm. "Böyle konuşmayı bırak. Beni korkutuyorsun. Tamam mı?"
Bir şey demedi. Odadaki tek ses güçlükle aldığı nefeslerdi.
"Eğer birisi sana farklı olduğunu söylerse o kelebeği düşünmeni istiyorum. Farklı 'daha kötü' demek değil. Farklı aynı şekilde 'daha iyi' anlamına da gelebilir. Bunu asla unutmayacağına söz ver."
Babama, tırtılın içine hapsolduğu o parlak, gri kahverengi kabuğu dokumaktan vazgeçip bu haliyle neden kalamadığını sormuştum. Babam kafasını üzüntüyle iki yana sallamış ve "Başka seçeneği
yok, tatlım," demişti. "Ya değişecek ya da ölecek. Doğanın düzeni böyle."
Dediklerini uzun süredir düşünüyordum. Değiş ya da öl. Böylesi bir seçimle karşı karşıya kalmanın ne hissettireceğini anlamaya çalışıyordum ama ne kadar çabalasam da kendimi tırtılın yerine koyamıyordum.