Daha uysal bir ses tonuyla, ''Bartleby,'' dedim, ''buraya gel, yapmamayı tercih edeceğin bir şey yapmanı istemeyeceğim senden - sadece seninle konuşmak istiyorum.''
Duyarlı bir kimse, kendi merhamet duygusu yüzünden sık sık acı çeker. En sonunda da, içindeki merhamet duygusunun kimselere yardımının olmadığını anladığı vakit, sağduyusu bu kişinin merhamet hissinden arındıracaktır. Evet efendim, o sabah gördüklerim beni de kâtibimin doğuştan gelen, dermanı olmayan bir hastalıktan mustarip olduğuna inandırmıştı. Yemek yesin, kalacak yer bulsun diye ona para verebilirdim, fakat ona acı veren şey vücudu değildi, hayır efendim, onun mutsuzluğu ruhundan gelmekteydi ve bendeniz bu ruha erişememekteydi hiç.
İlk başta saf bir hüzün ve içten bir merhamet belirmişti içimde; Bartleby'nin mahzun halleri çoğalıp arttıkça hüzün korkuya, merhamet de tiksintiye dönüştü. Korkunç bir gerçek: mutsuzluk fikri belli bir noktaya dek bizi şefkatli kılar, ama bazı özel durumlarda, bu nokta aşıldığında, mutsuzluk bizi şefkatli kişiler yapmaz artık. Bunun her insanın yüreğinde mevcut olan bencillikte kaynaklandığını söyleyenler var - yanılıyorlar.
Masama döndüm ve derin düşüncelere dalmış bir vaziyette buldum kendimi. Eski alışkanlığım nüksetmişti. Bu zayıf adamcağızdan, bu beş parasız adamcağızdan, yanımda çalışan bu kâtipten böylesine tiksinerek ne elde edecektim?
yani bu ölçüsüz şiddet olaylarını ne zaman dikizlesem hep hasta olacaktım. Bu yüzden ağzımı açıp ühü ühü ühü oldum ve gözyaşlarım, dikizlenmeye zorlandığım şeyleri engelleyip kutsal gümüşi çiy damlaları filan gibi aktılar. Ama o beyaz ceketli piç kuruları hemen mendillerini çıkarıp göz yaşlarımı silip dediler ki: ''İşte oldu, sulu göz seni.''
Sayfa 105 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Bu sefer yakalanmamaya çok dikkat edecektim. Sonuçta cinayet işlemiştim ve bana yeni bir şans filan veriyorlardı ve beni cidden iyi bir çocuğa dönüştürecek filmler seyrettirmek için onca zahmete giriyorlarsa tekrar enselenmem filan yakışık almazdı.
Sayfa 87 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Beni içeri filan kilitliyorlardı ve J.S. Bach'la G.F. Handel'in ilahi müziklerini dinlememe izin veriyorlardı ve birbirlerini marizleyip sonrada İbrani şarabı içen ve karılarının hizmetçileriyle filan yatan eski Yahudilerle ilgili öyküler okuyordum, cidden dehşetti.
Sayfa 70 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
''Bu bir kitap,'' dedim. ''Kitap yazıyorsun.'' Sesimi epey kalınlaştırdım. ''Kitap yazanlara saygım sonsuz olmuştur hep.'' Sonra en üstteki sayfaya bakınca kitabın ismini dikizledim -OTOMATİK PORTAKAL- ve dedim ki: ''Bu çok salakça bir isim. Otomatik portakal mı olurmuş?''
Sayfa 19 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Bütün insanların, herkesin, hatta o an yeni doğanların bile kötü olduklarını düşündü. Herkes, dedi içinden. Ama herkes! O kadar kötüler ki! O kadar kötüler ve iğrençler ki! Çocuklar, yaşlılar, sakatlar, hastalar, herkes!
İki ev uzakta kapı önünde oturan Süreyya'ya ''Gelsene'' demişti. Süreyya da gelmişti. Daha sormadan fiyatını söylemişti küçük kız. Annesinin öğrettiği ve bir yıldır yaptığı gibi. Mezarlık işi bittiğinden, Süreyya sektör değiştirmişti. Üstelik çok daha fazla kazanıyordu yeni işinde. Babasının da umurunda olacak kadar ayık değildi. Ayık olsa da fark eder miydi? Sonuçta, bir şalvar indirip çekmek şu kadar parayken, kim gidip de mendil satacaktı? Üstelik, semtin bütün erkekleri Süreyya'ya âşık değil miydi? Ellerinde çikolatalarla kapısına dikilmiyorlar mıydı? Celal'e de sormuştu Süreyya:
''Beni seviyor musun?''
''Tabii!'' demişti Celal. ''Senin gibi kız sevilmez mi?''